9 Ocak 2009 Cuma

Türk Siyasetinde 2008

E.Fuat Keyman, Koç Üniversitesi
Radikal, 4.1.2009
.
Bugün, küreselleşme süreçleriyle birlikte ülkeler, devletler, toplumlar ve insanlar arası karşılıklı bağımlılık ilişkilerinin derinleştiği, yaygınlaştığı ve hızlandığı bir dünyada yaşıyoruz. Ama, hemen altını çizmemiz gereken gerçek de şu: Bu dünya, özellikle ekonomi, çevre, terör ve yoksulluk/dışlanma alanlarında da, giderek belirsizlik, güvensizlik ve risk sorunlarının ivme kazandığı ve yaygınlaştığı bir dünya. 2009 yılına girerken, karşılıklı bağımlılık derecesi yüksek, toplumsal hareketliliği hızlı, geleceğe karşı belirsizlik duygusu güçlü, güvensizlik endeksi giderek olumsuzlaşan ve çok riskli bir küreselleşen dünya tablosuyla karşı karşıyayız. Bu küresel dünya tablosunu rahatlıkla, ünlü Amerikan dış politika ve strateji uzmanı Zbigniew Brezezinski’nin, “Soğuk Savaş sonrası dönem” ve “11 Eylül terörü sonrası dünya”, ki bu iki dönem bugün birbirleriyle iç içe geçti, için kullandığı “Küresel Çalkantı” kavramıyla adlandırabiliriz. 11 Eylül’den bugüne küresel terör olarak yaşadığımız çalkantıyı, bugün, mali-durgunluk-işsizlik boyutları içinde “küresel finans krizi” yaşıyoruz. Küresel çalkantı, terör ve ekonomi gibi, küresel ısınma ve yoksulluk-işsizlik-temel gereksinimlerden yoksunluk-toplumsal dışlanma temelinde yaşanan sosyal eşitsizlik ve sosyal adaletsizlik alanlarında da yaşanıyor. Tüm bu önemli boyutları içinde küresel çalkantı, yarın ve geleceğe karşı belirsizlik ve güvensizlik duygularını küresel ölçekte güçlendirirken, yaşadığımız dünyayı çatışma, kriz, kutuplaşma riski çok yükseli bir topluma dönüştürüyor.
.
Hegemonya ve küresel kriz
Belirsizlik ve küresel çalkantı içinde yaşayan dünya, kısa ve orta dönemde, ama eşzamanlı üzerinde çalışılması gereken iki önemli adımın atılmasını gerekli kılıyor. Kısa dönemde ve hemen, ABD yeni başkanı Barack Obama’nın, yine Brezezinski’nin vurguladığı gibi, “küresel istikrar ve gelişme açısından” Amerikan hegemonyasının bir dünya egemenliği değil bir “dünya liderliği” olarak yeniden inşası için siyasi irade göstermesi ve çalışması gerekiyor (Herald Tribune, 22.12.2008). Obama yönetiminin Bush yeni muhafazakâr başkanlığı döneminde tüm itibarını ve güvenilirliğini kaybetmiş ABD hegemonik liderliğini yeniden inşa etmesi, 1929’dan bugüne en şiddetli küresel ekonomik krizini yaşayan, ama aynı zamanda çok ciddi küresel güvenlik sorunlarıyla da karşı karşıya olan dünyanın krizden çıkmasının ve bu krizin tanımlayıcı simgesi olan “belirsizlik durumu”nun iyi yönetiminin önkoşuludur. Amerika küresel hegemonik liderliğini inşa edemediği sürece, kısa dönemde ne dünyanın krizden çıkması, ne de güvenlik alanında istikrara doğru adım atması mümkündür. Aksine, kendi hegemonyasına alternatifin olamadığı bir dünyada, liderliğini yeniden inşa edememiş Amerika, küresel ekonomik krizin çok daha derinleşmesine ve küresel güvenliğin çok daha kırılgan hale gelip ciddi risklere açılmasına neden olabilir.
.
Orta dönemdeyse, dünyanın belirsizliğe, güvensizliğe ve risklere çözüm olacak “yeni bir küreselleşme vizyonu ve küresel demokratik yönetim paradigmasına” gereksinimi var. Obama yönetiminin “değişim-yumuşak güç-çok taraflılık ekseninde uygulamaya sokacağı liderlik” temelinde kısa dönemde canlandırılmaya çalışılacak küresel ekonomi, ancak orta dönemde yaşama geçecek yeni bir küresel yönetim paradigmasıyla sürdürülebilirlik kazanabilir. Küresel ölçekte yaşanan belirsizlik ve güvensizlik durumunun iyi yönetimi yeni bir küreselleşme vizyonu ile başarılı ve kalıcı olacaktır. Bu bağlamda, Radikal’de 29 Aralık 2008’de yayımlanan Kemal Derviş’in tamamıyla katıldığım “Yeni yıla girerken dünya” çözümlemesine kulak vermemiz gerektiğini düşünüyorum: “Dünya 2009 yılında ve onu takip eden dönemde içinde bulunduğu ekonomik krizi yenebilecek midir? Bu sorunun yanıtı devlet ile piyasa mekanizması arasında hem ulusal hem de uluslararası düzeyde yeni bir dengenin oluşturulabilmesine bağlıdır. Bu yeni dengeyi ayrıntılı biçimde tanımlamak o kadar kolay değil. Akademisyenlere, düşünürlere büyük görev düşüyor. Politik karar vericilerin zaman darlığı ve çalışma tarzındaki kaçınılmaz aciliyetin belirlediği ortam, derinlemesine tahlile elverişli değil. Büyük ekonomist Keynes’in demiş olduğu gibi, çoğu politikacı aslında yıllar önce bir düşünür tarafından geliştirilmiş fikirleri farkında olmadan uyguluyor. Köktenci piyasa ideolojisi 1970’li, 1980’li ve 1990’lı yıllarda Batı’nın araştırma kurumlarında ve üniversitelerinde gelişti ve yavaş yavaş ekonomik politikaları güçlü biçimde şekillendirebildi. 1950’ler ve 1960’ların aşırı merkeziyetçi yaklaşımlarının başarısızlığı buna zemin hazırladı. Bugünün krizi mutlaka yeni bir dönüm noktası olacaktır. 2009 yılında mutlaka acil önlemler alınacaktır. Ancak dünya 21. yüzyılın ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir felsefeyi, bir düşünce tarzını henüz oluşturabilmiş değil. Daha sağlıklı, daha adil, daha sürdürülebilir bir toplum modelini geliştirebilmek için 20. yüzyıldan kalma kalıpların ötesinde, yeni yaklaşımlara, yepyeni sentezlere ulaşabilmemiz gerekiyor. Bunları insanlık artık el ele vererek, geleceğimizin gerçekten ortak bir gelecek olduğunun bilincine vararak, başarmalı”.
.
Yönetilmeyen Türkiye
2008’de bir taraftan “belirsizleşen ve hegemonya krizi yaşayan”, dolayısıyla küresel çalkantı içinde olan, diğer taraftan da “yeni bir küreselleşme vizyonu ve yönetim paradigması gereksinimi” içinde olan bir dünya gerçeğiyle yüz yüze kaldık. Böyle bir dünya içinde Türkiye, AB tam üye müzakereleri, demokratikleşme, sürdürülebilir ekonomik kalkınma ve birlikte yaşama alanlarında yapılan tüm reform ve iyi yönetim çağrılarının aksine, “yönetilmeyen bir Türkiye” tablosunu ortaya çıkardı. Kabul etmeliyiz ki, 2008 yılında Türkiye “önemli ilkleri” yaşadı; ilk defa bir iktidar partisine karşı kapatılma davası açıldı, ama, belki de ilk defa, Anayasa Mahkemesi “parti kapatma kararı” almadı; ilk defa askeri bürokrasinin çok üst kademelerinde görev yapmış kişiler “Ergenekon davası” içinde yer aldılar ve gözaltına alındılar; Türkiye BM Güvenlik Konseyi geçici “üyeliği” ne seçildi; dış politika alanında Türkiye’nin sorun çözücü yumuşak gücü giderek önem kazandı; Cumhurbaşkanı Ermenistan’ı ziyaret etti; TRT Kürtçe yayın yapan kanal açma çalışmalarını bitirip test yayınına geçti; CHP çarşaflı kadınlara üye rozeti takarak ve tek parti dönemini eleştirerek tüm toplumu şaşırttı. Bu ilkler Türkiye’nin iyi, adaletli ve demokratik yönetimi için çok önemli gelişmeler. Ama, Türkiye 2008 yılında, 2006’dan beri içine girdiği yönetilmeme sorunundan çıkamadı. 2008 yılı yönetilmeyen Türkiye tablosunun devam etmesiyle boşa harcanmış bir yıl oldu.
.
Türkiye iyi yönetilmiyor. Somut olarak, hükümetin çok önem verdiği Türkiye’nin ekonomik büyüme performansındaki düşüşlere bakarak da, bu gerçeği görebiliriz: 2004’te yüzde 9.4, 2005’te yüzde 8.4 olan ekonomik büyüme 2006’dan itibaren hızla düşme eğilimi gösteriyor. 2006’da yüzde 6.9 olan ekonomik büyüme 2007’de yüzde 4.5’e doğru büyük bir düşüş gösterirken, 2008’in en iyi büyüme oranı en fazla yüzde 2 olacak ve bu oranın 2009’da negatife düşmesi olasılık içindedir. Bu da bize şu saptamayı yapmayı gerekli kılıyor: Evet, küresel bir ekonomik kriz içinde yaşıyoruz ve bu krizin çözümü Türkiye’nin dışından, özellikle ve en belirleyici adım olarak Amerikan hegemonik liderliğinin yeniden inşası yoluyla gelecektir. Türkiye’nin bu krizden en az zararı görmesi ise, başta ekonomi alanında olmak üzere, AB, demokratikleşme ve birlikte yaşama alanlarında yaşama geçireceği güçlü reform girişimlerine bağlı olacaktır. 2002 krizinden sonra mali sektördeki kurumsal reform ve istikrar bugün için Türkiye ekonomisinin küresel krize karşı önemli bir çapasıdır ama ekonomimizdeki kırılgan ve iyi yönetilmeme sorunu küresel krizin Türkiye için çok ciddi riskler yaratmasına sebep oluyor. 2009 yılının küresel krizin derinleşme yılı olması olasılığı bu riskleri çok daha artıracaktır.
.
Bu anlamda, 2009 yılı Türkiye için, bir temenni, bir retorik değil; aksine bir gerçeklik, bir somut girişim olarak reformlar yılı olmak zorundadır. Belirsizlik yönetimi ve yeni bir küreselleşme vizyonu arayışları içinde olan dünyada Türkiye, sürdürülebilir ekonomik kalkınma ile birlikte yaşama alanlarına güçlü reform girişimiyle kendi içinde istikrar, barış ve güven sağlayabilir. Bunun da anahtarı demokratikleşmedir. Dünya siyasetinde bir kilit ülke, bir yumuşak güç olarak önemli aktör konumunu giderek artıran Türkiye’nin kendi içinde demokratikleşmesi, başta hükümetin ve muhalefet partilerinin, ama aynı zamanda devlet kurumlarının ve seçkinlerinin tercihi olmalıdır. 2009 yılında, sivil toplum ve kamusal aydınlar olarak biz de demokratikleşme talebini en güçlü biçimde seslendirmeliyiz.
.

Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

The Reflection Cafe

Site İstatistikleri

Locations of visitors to this page

 

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı