24 Ağustos 2015 Pazartesi

Komşu Kapısı

Galip ÇAĞ

Sonbaharın en gri günlerinden birinde bu işe kalkıştım. Uzun süredir ertelediğim hâlde yine de isteksizce geldim babamdan kalan bu eski eve. Müteahhitin son günlerdeki aramalarından bunalmıştım. Dediğine göre uzun süredir kullanmadığımız eski evimizin yerine büyük bir apartman dikmek mümkündü. Açıkçası hiç uğraşmak istemiyordum ama en azından bir gidip göreyim, diye geldim buraya kadar...

Neredeyse 20 senedir doğru dürüst gelmiyordum buralara. İstanbul ile Adapazarı arası pek uzak değil ama iş güç derken ancak bayramdan bayrama düşüyordu yolum. Babamlar yanıma geldiğinden beri artık o kadarı bile hayal olmuştu.

Evin önüne geldiğimde önce giremedim bahçesine... Sıvaları iyice dökülmüş, pencere doğramaları çürümüş, âdeta yaşlanmıştı tek katlı küçük ev. Eski usul yapılmış pencerelerin kenarlarına ben küçükken düşmeyeyim diye çakılan tahtaların çivileri hâlen duruyordu. Şaşırdım. Babam bunu anlatırken inanmamıştım nedense. Aslında o zamanlara ait anlatılan birçok hadiseye o kadar yabancıydım ki... O kadar az şey hatırlıyordum ki çocukluğuma dair.

Üç dört yaşlarındayım. O zamanlar evimiz böyle metruk değil, bakımlı ve güzel bir bahçe içinde. Her renkten gülün açtığı bir bahçe... Annemlerin her yaz bu güllerden yaptığı gül suları ve reçellerin evi saran o naif kokusu geldi birden burnuma. O yaşlarda gözüme devasa görünen bahçemizin şimdi fark ettiğim mütevazı hâlini düşününce ister istemez bir tebessüm düştü dudaklarıma...

Girişteki beş-altı basamaklı merdivene ulaşıyorum şimdi. Eski Osmanlı evlerinin cumbalarını kuşatan mahremiyet simgesi ahşap bir kafes ile kapatılan bu merdiven, evin tek girişini oluşturuyordu. Ya da ben bugüne kadar öyle zannediyordum.

Büyük ve ahşap bir kapıdan giriliyordu eve. Kocaman bir kapı tokmağı, kocaman bir kilit ve kocaman bir anahtar... Bu anahtar o kadar büyüktü ki öyle paspas altına falan konulamadığı için annem onu girişte bulunan bodrum kapısının iç kısmına asardı.

Evimize ilk girdiğinizde eskilerin sofa diye tabir ettiği bir boşlukta bulurdunuz kendinizi. Babam genelde bisikletini burada bırakır, ayakkabılarını burada çıkarır ve şimdilerde salon olarak kullanılan alanı karşılayan evimizin ilk kısmına geçerdi. Benim de hatırlayabildiğim kadarı ile çocukluğum hep burada geçti. Hemen hemen tüm oyunlarımı burada oynadım.

Evimizin tüm odaları işte bu salona açılırdı. Burası âdeta bir toplanma alanı gibiydi. Yazın serindi, kışın da sobanın kurulması ile evin en sıcak yeri. Zaten evdeki diğer odalar neden vardı, o çocuk aklımla anlayamazdım.

Dört yaşlarındayım. Annem yok evde. Benden bir yaş büyük ablam uyuyor. Yüzüm sokak kapısına dönük, oyuncaklarımla meşgulüm. Arkamdan gelen bir sesle irkiliyorum. Ses mutfaktan geliyor. Korkuyorum ama çocukça bir tavırla ilerliyorum mutfağa. Kapı deliğinden bakıyorum, içeri girmeye cesaretim yok. Gördüklerim rahatlatıyor beni. Arka evde oturan komşumuz Naciye Teyze içerideki. Girmiyorum mutfağa ve dönüyorum oyunuma, diğer yandan da düşünüyorum. "Ben evin tek girişinin hemen önünde otururken Naciye Teyze içeriye nasıl girdi ki?" Garip ama durmuyorum üzerinde.

Bu, başka anıları tetikliyor. Sanırım beş yaşındayım. Yine aynı yerdeyim, bu kez babamın bisikletinin dişlilerine nasıl olduysa parmağımı kaptırmışım. Elim kanıyor. Annem telaşlı. Evde kimse yok. Arka evdeki Naciye Teyze?ye sesleniyor. Biz kapı önündeyiz ama Naciye Teyze mutfaktan çıkageliyor. Bir yandan elim kanıyor diğer yandan kafam karışıyor. Naciye Teyze nerden giriyor ki bu eve?

Beş yaşındayım, taşınıyoruz. Bir at arabasının hiç güven vermeyen konforunda düzensiz bir sarsıntı ile uzaklaşıyoruz evimizden, annem ağlıyor. Hâlbuki sonradan taşındığımız ev çok daha konforlu diye geçiriyorum içimden ve burada kesiliyor bu eve dair görüntüler.

Şimdi otuzlu yaşlardayım ve yıkıp yenisini yaptırmak için geldiğim o eski evimizin eskiden bana devasa görünen ama aslında küçücük olan bahçesindeyim. Gördüğüm her nesne bir paslı kilidi açıyor zihnimin yıllardır açılmayan kapılarında. Ne de olsa beş yaşında ayrılmıştım buradan. Sadece sıklıkla vakit geçirdiğim sokağı hatırlıyorum. Bahçe bana yasak o yaşlarda, çünkü sürekli bir şeyler ekiliyor şuncacık yere: domates, biber, mısır... Ama artık bahçe bana serbest. Arka bahçeye geçiyorum. Metruk, bakımsız, çatlak toprak teniyle eski bahçemizin her köşesinde bir anı gömülü sanki. Kazıp çıkarmak isteği yok toprağın altında kalanları, ancak üzerindekileri görmemek de mümkün değil.

Bahçenin hemen her köşesini adım adım geziyorum. Her şeyi hatırlıyorum gördükçe. Bahçedeki incir ağacını, eski tulumbayı, Naciye Teyzelerin evi ile bizim evi ayıran duvarı... Şimdi bu duvarın dibine, yakın zamanda eskiyen çatının yıkılmasını engellemek için sökülen kiremitler dizilmiş. Duvar pek gözükmüyor. Ama bir saniye! Naciye Teyzelerin duvarında sonradan kapatıldığı belli olan bir giriş var. "Allah Allah" der gibi sallıyorum kafamı kendi kendime. İnceliyorum dikkatlice, evet evet bu bir kapı. Daha önce fark etmediğim bir giriş. Garip. Biz taşındıktan sonra yapıldı herhâlde diye geçiriyorum içimden. Ya da sürekli ekili olan bahçemizdeki mısırların arasından bu kapı göze çarpmıyordu. Kaldı ki beş yaşına kadar bu bahçeye geçişim sayılı. Gördüysem bile hatırlamamam normal diyorum kendi kendime.

Üzerinde çok durmadan evimizin arka kısmına dönüyorum yüzümü. Garip, mutfak camının hemen altında da bir giriş var. O da derme çatma bir usulle kapatılmış. İyice yaklaşıyorum, dokunuyorum hatta. Evet, bu da bir giriş... İyice meraklanıyorum. Acaba bunu da bizim eski kiracılar mı yapmıştı, bahçeye rahat çıkabilmek için? Sonra mutfağı hatırlıyorum hayal meyal. Ninem vaktinin büyük kısmını burada geçirir, babamın yaptığı sedirde sabahtan akşama kadar sessizce çektiği tespihinin hafif şakırtısıyla birlikte bir şeyler mırıldanırdı. Ninemin bu hâli hep garibime giderdi. Ama bir şey de soramazdık, zira çok konuşmazdı. Hep çileli, sıkıntılı bir yüzü vardı. Ne ablam ne de ben sevmezdik mutfakta olmayı bu yüzden. Ama duvardaki geyik motifli halıyı hiç unutmam, çünkü o geyik beni ürkütürdü, annem "Yemeğini çabuk ye, yoksa seni o geyiğe veririm." derdi, korkardım. Komik...

- Hayırdır evlat?

Belli etmemeye çalışsam da irkilmemi saklayamayarak döndüm. Yan komşumuz Fahrettin Amcaydı seslenen. Aman Allah?ım, ne kadar yaşlanmış! Tabi ya, yirmi senedir hiç görmemiştim. İlk anda onun da beni tanımadığını düşündüm.

- Hayır, hayır, Fahrettin Amca, bakınıyorum öyle, nasılsın, ne var ne yok? Tanıdın mı beni? Elektrikçi Macit?in oğlu ben.

Bunları söylerken kulaklarının artık iyi duymadığını düşündüğümden bağırmış olmalıyım ki Fahrettin Amca eski aksiliği ile tersliyor önce:

- Bağırma, sağır değilim!

Bunu söylüyor ve bekle der gibi bir işaret yaptıktan sonra kendi bahçesinden bizim evin bahçesine doğru yavaşça yürüyor. Birkaç dakika sonra yanıma geliyor. Konuşmuyoruz bir süre. Sonra yeni fark ettiğim Naciye Teyzelerin duvarındaki kapıya doğru ilerliyor. Dokunuyor sonradan örülen tuğlalara. Bana doğru dönmeden:

- Hatırlamazsın sen bu kapıyı, diye söyleniyor kendi kendine.

Şaşırmıştım çünkü gerçekten de hatırlamıyordum bu kapıyı.

- Yaaa, bu kapılar ne zamandan beri var Fahrettin Amca, diyorum, O önce bir iç çekiyor, ellerini artık bükülmüş belinde birleştiriyor ve başlıyor anlatmaya:

- Bu kapılar elli senedir burada evladım, tam elli senedir... Dedenlerle Makedonya?dan geldiğimiz ilk zamanlarda hemen ev yapamadık bütün ailelere. Bir ev yaptık, beş aile burada oturduk. Sonra ona bitişik bir ev yaptık. Ailelerden biri buraya ayrıldı. Sonra onları diğerleri izledi. Böyle böyle herkes ev sahibi oldu. Ama birbirimizden hiç kopamadık. Bitişiğe ev yapan herkes diğer evin bahçesine bir kapı açtı. Böylece herkesin evi herkese açık oldu. Sonra bu kapılara komşu kapısı demeye başladık. Bazen bir mahalleden başka bir tanesine sokağa hiç çıkmadan gidebiliyorduk. Bana bir şey lazım olduğunda o kapılardan diğer bahçelere geçip alabiliyorduk. Çünkü herkes birbirini tanıyordu, çünkü herkes birbirine güveniyordu. Sonra büyüdük. Kalabalıklaştık. Bu kapılar yavaş yavaş kapanmaya başladı. Çok kişi hatırlamaz bile!

Sustum, bir şey söyleyemedim. Sadece kapılara baktım. Kapılara örülen tuğlalara bir kez daha dokundum. Bu tuğlaların kalplere örüldüğünü düşündüm. Sonra zamanın bizlere neleri unutturduğunu fark ettim. Üzüldüm, hüzünlendim. Bu evi yıkacağımı düşündüm. Buraya gelirken yaptıracağım evi planladım kafamda. Şimdi anlamsız bir suçluluk hissi dolmuştu gönlüme. Bir evden fazlasını yıkacakmışım gibi hissettim.


Fahrettin Amca ile vedalaşıp evin o eski demir kapısından çıktım, yine zorlukla kapatabildim paslı kapıyı. Çocukluğumun geçtiği sokağın sonuna ancak gelebilmiştim ki birden bire durdum. Kafamı hafifçe sağa sola sallayıp güldüm. Çünkü Naciye Teyze?nin çocukluğumda ben görmeden mutfağa nasıl geçebildiğinin sırını da çözmüştüm. Bir de duvardaki geyikli halıyı. Meğerse o geyik nasıl bir muhabbet kapısının bekçisiymiş de biz fark edememişiz.

Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

The Reflection Cafe

Site İstatistikleri

Locations of visitors to this page

 

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı