Erol Kurubaş, Kırıkkale
Üniversitesi
GİRİŞ
İnsan aklı, gerçekliği
genelde hep verili dünyanın sundukları çerçevesinde algılama
eğilimindedir. Bu nedenle
içinde yaşanılan dünya, genelde ezeli ve ebediymiş gibi
görülür, geçmiş ve geleceğe
hep bu açıdan bakmak gibi büyük bir yanılgıya
düşülür. Tarihin ana eksenini
süreklilik ve değişim güçleri arasındaki diyalektik
ilişkinin oluşturduğu
genellikle göz ardı edilir. Değişmeyen tek şeyin değişimin ta
kendisi olduğu çoğunlukla
unutulur.
Bu açıdan bakıldığında
günümüz uluslararası ortamında, eylemde bulunan siyasal
birimlerin ilişkilerini,
etkileşimlerini, ortaya çıkan yapıları, kısaca dünyada var olan
siyasal durumu ifade eden ve
adına kısaca “uluslararası ilişkiler” dediğimiz olgu da
aslında böyle algılanıyor.
Dünyada aslında hep bugünkü gibi devletlerin ve onlar
arasında savaş-barış
yelpazesinde cereyan eden mütekabiliyete dayalı ilişki
biçimlerinin olduğu
düşünülüyor.
Bu ilk bakışta çok da yanlış
olmayan bir yaklaşım gibi görülebilir. Çünkü insanlar
toplum olmayı başardıkları
zamandan beri hep birtakım siyasal birimler kurmuş ve
onlar arasında hep bir ilişki
ve etkileşim olmuştur. Ama acaba bu, bizim bugün
algıladığımız gibi bir dünya
oluşturmuş mudur? Bir başka deyişle, geçmişte
şimdiki gibi devletler ve
bunlar arasındaki gibi bir ilişki biçimi var mıydı? Acaba
bu ilişki dünyanın her
tarafını kapsıyor muydu? Kısacası, içinde yaşadığımız dünya
acaba hep var olan dünya
mıydı? Değilse geçmişte nasıl bir dünya vardı? Günümüz
dünyası ne zaman ve nasıl
doğdu? Acaba aktörleri, yapıları ve ilişki biçimleriyle
bugünkü dünyadaki siyasi
durum da değişecek mi? Eğer şimdi bir değişim söz
konusuysa, bu değişimin
dinamikleri nelerdir ve gelecekte nasıl bir dünya bizi
bekliyor?
Detaylara indiğimizde bunlar
gibi birçok soru ile karşılaşırız. Bu sorulara bir cevap
verebilmek için, bu çalışmada
binlerce yıllık dünya politikasına çok genel bir bakış
açısı sunmak suretiyle onun
büyük tarihsel resmini ve değişimini anlamaya
çalışacağız. Ama her büyük
genelleme ve meta-anlatı gibi bu çalışma da bazı
önemli detayları can sıkıcı
biçimde ihmal etmek durumundadır. Burada maksat,
gerçeği bir bütün olarak anlatmak
ya da göstermek olmadığı, aksine algılanması
güç bir olguya, algıyı
kolaylaştıracak bir bakış açısı sağlamak olduğu için bu
basitleştirmeyi mazur
görebiliriz.
Bu çalışmada, geçmişte
bugünden çok farklı bir dünya politikası olduğunu ve
gelecekte de farklı bir dünya
politikası olacağını, bu nedenle de geçmişte
“uluslararası ilişkiler”
olgusu olmadığı gibi muhtemelen gelecekte de olmayacağını
iddia ediyoruz. Çünkü tamamen
tarihsel bir olgu olan “uluslararası ilişkiler”, dünya
politikasının Modern Çağ’daki
görünümü olup, modernleşmenin, modern
düşüncelerin, modern yapı,
aktör ve ilişkilerin ürünüdür.
Bu iddiayı sorgulamak için
çalışmada öncelikle, dünya politikasındaki değişimin
dinamikleri ele alınacak ve
bu çerçevede dünya politikasında üç büyük tarihsel
dönem tespit edilecektir.
Çalışmanın ikinci bölümünde, İlk ve Orta Çağlarda dünya
politikasın ne gibi
özellikler taşıdığı, bunların hangi siyasal düşüncelerden
beslendiği anlatılacaktır.
Üçüncü bölümde, Modern Çağ’da dünya politikasında
yaşanan değişim ekseninde
“uluslararası ilişkiler” olgusunun nasıl doğduğu,
geliştiği ve hangi
varsayımlara dayanarak evrenselleştiği ortaya konularak bunun
yol açtığı sonuçlara dikkat
çekilecektir. Dördüncü bölümde ise, günümüzde
yaşanmakta olan değişim
incelenerek yeni bir tarihsel dönemin eşiğinde
olduğumuz ileri sürülecek,
değişenler ve değişimin yönü sorgulanacaktır.
I. DÜNYA POLİTİKASININ
DEĞİŞİM DİNAMİKLERİ VE BÜYÜK TARİHSEL DÖNEMLER
Bir zamanlar dünya
politikasının görünümü bugünkü gibi değildi ve gelecekte de
muhtemelen böyle
olmayacaktır. Bir başka deyişle, dünyada var olan siyasal
durum, yani siyasal birimler,
bunlar arasındaki ilişkiler ve bunun sonucu doğan
yapılar –basitçe buna “dünya
politikası” diyelim1- farklı dönemlerde farklı biçimler
almış ve gelecekte de alma
potansiyeline sahiptir. Bu bağlamda Nye ve Welch
(2011: 3-4), dünya
politikasının üç temel biçim aldığını belirtir. Bunlardan ilki, bir
otoritenin temasta olduğu
dünyanın büyük bölümünü denetim altında tuttuğu
“dünya imparatorluğu
sistemi”; ikincisi, bağlılıkların ve siyasi yükümlülüklerin
öncelikle siyasi sınırlar
tarafından belirlenmediği “feodal sistem” ve üçüncüsü,
görece bütünlüklü olan, fakat
üst bir yönetimi bulunmayan devletlerden meydana
gelen “anarşik devletler
sistemi”. Nye ve Welch’in söz ettiği bu dünya politikası
biçimleri kronolojik olmaktan
ziyade kuramsaldır. Çünkü onlara göre, örneğin
anarşik devletler sistemi
M.Ö. 5. yüzyılda Çin ve Hindistan’da ya da eski
Yunan’da görülmüştür.
Dünya politikasına ilişkin bu
yaklaşım, elbette yanlış olmamakla birlikte, bize
tarihsel değişimi, bunu
belirleyen etkenleri ve bu çerçevede “uluslararası ilişkiler”
denilen özel dünya politikası
biçimini yeterince açıklamaz. O nedenle biz burada
dünya politikasının aldığı
farklı biçimleri ve bu çerçevedeki değişimi belli bir
tarihsellik içinde, birtakım
değişim ölçütleri çerçevesinde ele alacağız. Bize göre,
dünya politikasında tarihsel
bir değişim yaşanması şu üç temel unsurun eşzamanlı
değişimine bağlıdır: (i) var
olan “siyasi aktörler”in niteliği, (ii) bu aktörler
arasındaki “ilişkinin biçimi”
ve yoğunluğu ve (iii) “mekânın kapsamı” ve bu
bağlamda “zaman-mekânın
ilişkisi”nin niteliği.
İlkinden başlamak gerekirse,
öncelikle örgütlü bir siyasal birimin olmadığı ilkel
dönemler bir yana, insanlığın
tarihin farklı dönemlerinde birbirinden çok farklı
siyasal birimler kurduğunu
belirtmeliyiz. Bu açıdan kabileler, site-devletleri,
hanedanlar, imparatorluklar,
krallıklar, feodal yapılar ve egemen devletlerden söz
edebiliriz. Burada büyük
tarihsel değişimi görme amacımıza uygun biçimde
“emperyal ve/ya himaye edilen
siyasi birimler” ile “egemen-bağımsız devletler”
arasında bir ayrım
yapabiliriz. Bir başka deyişle burada, sınırları tam belli olmayan
topraklar üzerinde, tam
egemen de olmayan, sadece “egemen görünen ya da
egemenlik iddiasında
bulunan”, bağımsızlığı da geçici, belirsiz ya da tartışmalı
olan siyasi birimler ile
sınırları kesin olarak belli olan ve bu sınırlar içindeki
topraklara ve insanlara “tam
egemen” ve “dışarıdaki egemenlerden bağımsız”
devletler arasında ikili bir
ayrım söz konusudur. Bu ikili ayrım, sadece aktör
niteliği açısından değil,
aynı zamanda bu siyasi birimler arasındaki ilişkinin
biçimini belirlemesi
açısından da son derece önemlidir.
...
Makalenin tamami icin tiklayiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder