22 Ocak 2014 Çarşamba

Modern Çağ'da Uluslararası İlişkiler Düşüncesi

Erol Kurubaş, Kırıkkale Üniversitesi


GİRİŞ 
İnsan aklı, gerçekliği genelde hep verili dünyanın sundukları çerçevesinde algılama 
eğilimindedir. Bu nedenle içinde yaşanılan dünya, genelde ezeli ve ebediymiş gibi 
görülür, geçmiş ve geleceğe hep bu açıdan bakmak gibi büyük bir yanılgıya 
düşülür. Tarihin ana eksenini süreklilik ve değişim güçleri arasındaki diyalektik 
ilişkinin oluşturduğu genellikle göz ardı edilir. Değişmeyen tek şeyin değişimin ta 
kendisi olduğu çoğunlukla unutulur. 

Bu açıdan bakıldığında günümüz uluslararası ortamında, eylemde bulunan siyasal 
birimlerin ilişkilerini, etkileşimlerini, ortaya çıkan yapıları, kısaca dünyada var olan 
siyasal durumu ifade eden ve adına kısaca “uluslararası ilişkiler” dediğimiz olgu da 
aslında böyle algılanıyor. Dünyada aslında hep bugünkü gibi devletlerin ve onlar 
arasında savaş-barış yelpazesinde cereyan eden mütekabiliyete dayalı ilişki 
biçimlerinin olduğu düşünülüyor. 

Bu ilk bakışta çok da yanlış olmayan bir yaklaşım gibi görülebilir. Çünkü insanlar 
toplum olmayı başardıkları zamandan beri hep birtakım siyasal birimler kurmuş ve
onlar arasında hep bir ilişki ve etkileşim olmuştur. Ama acaba bu, bizim bugün 
algıladığımız gibi bir dünya oluşturmuş mudur? Bir başka deyişle, geçmişte 
şimdiki gibi devletler ve bunlar arasındaki gibi bir ilişki biçimi var mıydı? Acaba 
bu ilişki dünyanın her tarafını kapsıyor muydu? Kısacası, içinde yaşadığımız dünya 
acaba hep var olan dünya mıydı? Değilse geçmişte nasıl bir dünya vardı? Günümüz 
dünyası ne zaman ve nasıl doğdu? Acaba aktörleri, yapıları ve ilişki biçimleriyle 
bugünkü dünyadaki siyasi durum da değişecek mi? Eğer şimdi bir değişim söz 
konusuysa, bu değişimin dinamikleri nelerdir ve gelecekte nasıl bir dünya bizi 
bekliyor? 

Detaylara indiğimizde bunlar gibi birçok soru ile karşılaşırız. Bu sorulara bir cevap 
verebilmek için, bu çalışmada binlerce yıllık dünya politikasına çok genel bir bakış 
açısı sunmak suretiyle onun büyük tarihsel resmini ve değişimini anlamaya 
çalışacağız. Ama her büyük genelleme ve meta-anlatı gibi bu çalışma da bazı 
önemli detayları can sıkıcı biçimde ihmal etmek durumundadır. Burada maksat, 
gerçeği bir bütün olarak anlatmak ya da göstermek olmadığı, aksine algılanması 
güç bir olguya, algıyı kolaylaştıracak bir bakış açısı sağlamak olduğu için bu 
basitleştirmeyi mazur görebiliriz. 

Bu çalışmada, geçmişte bugünden çok farklı bir dünya politikası olduğunu ve 
gelecekte de farklı bir dünya politikası olacağını, bu nedenle de geçmişte 
“uluslararası ilişkiler” olgusu olmadığı gibi muhtemelen gelecekte de olmayacağını 
iddia ediyoruz. Çünkü tamamen tarihsel bir olgu olan “uluslararası ilişkiler”, dünya 
politikasının Modern Çağ’daki görünümü olup, modernleşmenin, modern 
düşüncelerin, modern yapı, aktör ve ilişkilerin ürünüdür. 

Bu iddiayı sorgulamak için çalışmada öncelikle, dünya politikasındaki değişimin 
dinamikleri ele alınacak ve bu çerçevede dünya politikasında üç büyük tarihsel 
dönem tespit edilecektir. Çalışmanın ikinci bölümünde, İlk ve Orta Çağlarda dünya 
politikasın ne gibi özellikler taşıdığı, bunların hangi siyasal düşüncelerden 
beslendiği anlatılacaktır. Üçüncü bölümde, Modern Çağ’da dünya politikasında 
yaşanan değişim ekseninde “uluslararası ilişkiler” olgusunun nasıl doğduğu, 
geliştiği ve hangi varsayımlara dayanarak evrenselleştiği ortaya konularak bunun 
yol açtığı sonuçlara dikkat çekilecektir. Dördüncü bölümde ise, günümüzde 
yaşanmakta olan değişim incelenerek yeni bir tarihsel dönemin eşiğinde 
olduğumuz ileri sürülecek, değişenler ve değişimin yönü sorgulanacaktır. 

I. DÜNYA POLİTİKASININ DEĞİŞİM DİNAMİKLERİ VE  BÜYÜK TARİHSEL DÖNEMLER 

Bir zamanlar dünya politikasının görünümü bugünkü gibi değildi ve gelecekte de 
muhtemelen böyle olmayacaktır. Bir başka deyişle, dünyada var olan siyasal 
durum, yani siyasal birimler, bunlar arasındaki ilişkiler ve bunun sonucu doğan 
yapılar –basitçe buna “dünya politikası” diyelim1- farklı dönemlerde farklı biçimler 
almış ve gelecekte de alma potansiyeline sahiptir. Bu bağlamda Nye ve Welch 
(2011: 3-4), dünya politikasının üç temel biçim aldığını belirtir. Bunlardan ilki, bir
otoritenin temasta olduğu dünyanın büyük bölümünü denetim altında tuttuğu 
“dünya imparatorluğu sistemi”; ikincisi, bağlılıkların ve siyasi yükümlülüklerin 
öncelikle siyasi sınırlar tarafından belirlenmediği “feodal sistem” ve üçüncüsü, 
görece bütünlüklü olan, fakat üst bir yönetimi bulunmayan devletlerden meydana 
gelen “anarşik devletler sistemi”. Nye ve Welch’in söz ettiği bu dünya politikası 
biçimleri kronolojik olmaktan ziyade kuramsaldır. Çünkü onlara göre, örneğin 
anarşik devletler sistemi M.Ö. 5. yüzyılda Çin ve Hindistan’da ya da eski 
Yunan’da görülmüştür. 

Dünya politikasına ilişkin bu yaklaşım, elbette yanlış olmamakla birlikte, bize 
tarihsel değişimi, bunu belirleyen etkenleri ve bu çerçevede “uluslararası ilişkiler” 
denilen özel dünya politikası biçimini yeterince açıklamaz. O nedenle biz burada 
dünya politikasının aldığı farklı biçimleri ve bu çerçevedeki değişimi belli bir 
tarihsellik içinde, birtakım değişim ölçütleri çerçevesinde ele alacağız. Bize göre, 
dünya politikasında tarihsel bir değişim yaşanması şu üç temel unsurun eşzamanlı 
değişimine bağlıdır: (i) var olan “siyasi aktörler”in niteliği, (ii) bu aktörler 
arasındaki “ilişkinin biçimi” ve yoğunluğu ve (iii) “mekânın kapsamı” ve bu 
bağlamda “zaman-mekânın ilişkisi”nin niteliği. 

İlkinden başlamak gerekirse, öncelikle örgütlü bir siyasal birimin olmadığı ilkel 
dönemler bir yana, insanlığın tarihin farklı dönemlerinde birbirinden çok farklı 
siyasal birimler kurduğunu belirtmeliyiz. Bu açıdan kabileler, site-devletleri, 
hanedanlar, imparatorluklar, krallıklar, feodal yapılar ve egemen devletlerden söz 
edebiliriz. Burada büyük tarihsel değişimi görme amacımıza uygun biçimde 
“emperyal ve/ya himaye edilen siyasi birimler” ile “egemen-bağımsız devletler” 
arasında bir ayrım yapabiliriz. Bir başka deyişle burada, sınırları tam belli olmayan 
topraklar üzerinde, tam egemen de olmayan, sadece “egemen görünen ya da 
egemenlik iddiasında bulunan”, bağımsızlığı da geçici, belirsiz ya da tartışmalı 
olan siyasi birimler ile sınırları kesin olarak belli olan ve bu sınırlar içindeki 
topraklara ve insanlara “tam egemen” ve “dışarıdaki egemenlerden bağımsız” 
devletler arasında ikili bir ayrım söz konusudur. Bu ikili ayrım, sadece aktör 
niteliği açısından değil, aynı zamanda bu siyasi birimler arasındaki ilişkinin 
biçimini belirlemesi açısından da son derece önemlidir.

...


Makalenin tamami icin tiklayiniz.

Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

The Reflection Cafe

Site İstatistikleri

Locations of visitors to this page

 

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı