19 Temmuz 2013 Cuma

Rumeli Türküleri Üzerine

Geçmişte Türk’e ait, Türk ile ilgili anlamında kullanılmış olan “Türkî” kelimesinden gelişen türkü, hem geleneksel Türk halk edebiyatı hem de müziği için kullanılan bir terimdir. Bir anonim halk şiiri nazım biçimi olan türküler, bu sözlerin genellikle kolay anlaşılabilir ve küçük soluklu ezgilendirilmesi sonucu oluşmaktadır. Türkü bentleri, yapı ve sözleri bakımından iki bölümden meydana gelmektedir. Birinci bölüm türkünün asıl sözlerinin bulunduğu, “bent” denilen kısım; ikinci bölüm ise “bağlama” ya da “kavuştak” adı verilen, her bendin sonunda yinelenen nakarattır. Bentler ve kavuştaklar kendi aralarında kafiyelendirilmektedir. Hece ölçüsünün her kalıbıyla söylenen türkülerde umumiyetle yedili, sekizli ve on birli hece kalıpları kullanılmıştır. Genellikle aşk, bir teşebbüse engel oluş, sıla hasreti, tabiat güzellikleri, sevgiliyi sembolize eden turna, ceylan, âhu gibi kavramların konu olarak seçildiği türküleri; ezgileri, konuları ve yapıları bakımından sınıflandırabilmek mümkündür. Ayrıca bazı tanınmış türkülerin, içindeki en etkili sözlere göre de adlandırıldığı görülür: Ayşem, Zeynebim, Fidayda, Adanalı gibi.1 Bunun yanında, bazı yörelerdeki türküler, belirli öğeleri içermeleri nedeniyle birer tür özelliği göstermektedir. Bu özelliklerine bağlı olarak, seslendirildiğinde bize o yöreyi ya da bölgeyi anımsatırlar: Karadeniz Türküsü, Teke Zortlatması, Konya Türküsü, Rumeli Türküsü gibi. İşte biz bu çalışmamızda çeşitli özellileriyle Rumeli türküleri üzerine bazı incelemelerde bulunacağız.

Halk kültürü ürünleri, bir milletin meydana getirdiği kültürel değerlerin bütünüdür.2 Toplumun ihtiyacına bağlı olarak ortaya çıkan bu ürünler ile toplum bilinci arasında bir bağ vardır. Bir tarihi olayın toplum üzerindeki etkisinin bilinmesi onu temellendirmede önemlidir.³ Halk edebiyatı ürünlerinde, tarihi olayın geçtiği zamana ait yaşayış, düşünüş ve inanışların izleri görülmektedir. Rumeli bölgesindeki Türk halk kültürü ürünlerinin Türklerin ortak duygu ve düşüncelerini dile getirmesi bakımından ve kültürün korunmasında, yaşatılmasında önemli işlevi vardır. Bu halk kültürü ürünlerinden, Rumeli bölgesinde yaşayan Türk halkının estetik modelini, beğenisini, sosyal tarihini, toplumun ahlak anlayışını ve örnek değerlerini öğrenmek mümkündür. Bahsedilen ürünler arasında en fazla öne çıkan, bütün Türk dünyası içinde coğrafya farklılıklarına karşın, duyma, düşünme ve bunları ifade etmedeki belirgin beraberliğin sembolü olan türkülerdir. Nitekim geçmiş zamanlardan bu yana, halk arasında heyecan uyandıran her olaya bir türkü yakılmaktadır. Bestelenen bu türküler türlü yollardan yurdun her köşesine yayılmış ve çeşitli bölgelerde çeşitli biçimlere girmiştir. Türklerin vatanı, Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi hudutlarıyla örtüşmeyen bir genişlik arz etmektedir. Bu mânâda türküler, vatan coğrafyasının sınırlarını çizen medenî unsurlardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır.

Rumeli türkülerinin ilk derlemesi Udî Nevres Bey tarafından gerçekleştirilmiştir. Geniş çaplı ikinci derlemeyi ise Tanburacı Osman Pehlivan, Muzaffer Sarısözen ve Kemal Altınkaya yapmıştır.4 Derlenen bu türkülerin kapsadığı coğrafya oldukça geniştir. Bu konuda İstanbul’un Avrupa yakasından başlayarak, Balıkesir, Çanakkale, Ege’nin bir kısmı ve daha da ötede Batı Trakya ve Girit Adası’na kadar uzanan, Bulgaristan, Eski Yugoslavya, Kırım ve Romanya’yı içine alan bir bölgeden söz edilebilmektedir. Bu büyük alan içerisinde türkülerin, küçük şive farklılıkları gösterse de zenginlik ve ahenk bakımından temelde Rumeli türkülerinin genel özelliklerini içerdiği görülür. Örnek verilecek olursa; “Aman bre deryalar” isimli ünlü Rumeli türküsünün, Bulgaristan’da “Aman be deryalar” şeklinde söylendiği bilinmektedir.5 Rumeli türkülerine mûsikî açıdan bakıldığında beste tekniği, makamların seyir ve hareketi açısından Türk sanat mûsikîsine daha yakın olduğu ve az çok şehir havası ve üslubu taşıdığı anlaşılmaktadır. 19. asır İstanbul eğlence hayatında büyük ilgiyle dinlenen ve sevilen Rumeli türküleri, büyük bestekârlarımızı da etkilemiş, başta Dede Efendi olmak üzere ünlü isimler bazı “Rumeli ağzı” eserler bestelemişlerdir. Melodik cümleleri çok renkli ve hareketli olan saz mûsikîsi eserleri de vardır. Her tür mûsikîde olduğu gibi Rumeli türkülerinde de bir otantizm ve icrâ üslubu söz konusudur. Bugün bu özelliklerden uzaklaşılmasına rağmen bazı bölgesel niteliklerini koruduğu söylenilebilmektedir.6 Rumeli türküleri, beş yüz yılı aşkın bir Rumeli yaşantısının özeti niteliğindedir. “Serhad” denilince hep Avrupa ülkeleri ile ilgili sınır boyları akla gelmiştir. Bu sebeple bu türküler “Serhad türküleri” adı altında toplanmıştır ki bugün “kahramanlık türküleri” olarak anılmaktadır. Hepsinin konusu; kahramanlık, savaşlar, düşmandan alınan ya da düşmana kaptırılan ülke ve şehirler ve bu şartlar altında gelişen gönül maceraları ile bütünleşir. Bu türkülerin üslup ve ifadelerinde yiğitliklerle duygusallık yan yana gelmiştir. Tuna Nehri’nin, Rumeli’deki Türk toplumunun ve Türk askerinin hayatında unutulmayan hatıraları vardır. Bu nedenle bu grup Rumeli türküleri, “Tuna türküleri” adı ile anılmaktadır. Bu türkülerde de, elden çıkan kaleler, Tuna boylarına serpilmiş ve sık sık el değiştiren şehirler, buralarda yaşanan mutluluk, pişmanlık, aşk, hasret ve umutsuzluk gibi türlü beşerî duygular işlenmiştir. Ancak bu türlerin bir bölümü İstanbul folkloru içinde eriyerek kimlik değiştirmiştir. Rumeli türkülerinin diğer bölümünü ise sayı bakımından en ağır basan lirik türküler oluşturmaktadır. Bu lirik türkülerin bir kısmı olan ninniler, bebeklik çağındaki çocuklara, beşik sallamaları sırasında veya yataklarda uyutmak için anneleri tarafından söylenilir. Ninniler dışındaki öteki türkülerin konularını ise aşk, gurbet, hapishane, ölüm, taşlama, güldürü, tarih ve diğer konular oluşturmaktadır. Bunların arasında çeşitli düğünler, mahalli toplantılar, duma (kına) geceleri vesilesiyle düğüncü ve halk şairleri tarafından çeşitli merasimlerde ve bazen kahvelerde söylenilen türküler de vardır.7Rumeli lirik türkülerinde yaygın olarak işlenilen ve dikkat çeken diğer bir konu ise özlemdir. Bu, bazen Anadolu bazen de bir başka Balkan ülkesindeki yakınlara karşı duyulan özlemin türkülerle dile gelmesi şeklindedir.

Türküler, eski zamanlardan bu yana, mühim hadiseler üzerine yakılmaktadır. Genç bir adamın vurulması, genç bir gelinin ölmesi veya genç bir kızın kaçırılması ve buna benzer pek çok hadise, halkın ruhunda müşterek bir acı, bir heyecan uyandırmışsa ondan istifadeye kalkan hassas ruhlu insanlar hemen bir türkü yazmışlardır. Bu türkülerde, o türküyü ilham eden hadise ne ise anlatılmıştır. Rumeli türkülerinin konu itibariyle en önemli hususiyetlerinden olan, sade bir aşk sunuşunun olmayışı, beraberinde bahsedilen hadiseyi oluşturmaktadır. Bu bağlamda Rumeli türkülerinin tipik özelliklerini barındıran, tüm yöre halkını derinden etkileyerek onların ortak duyuş ve düşünüşünü yansıtan ‘Arda Boyları’, ‘Çalın Davulları (Selanik)’, ‘Drama Köprüsü’, ‘Alişimin Kaşları Kâre’ adlı türkülerin hikâyeleri, konuya ilişkin güzel bir örnek teşkil etmektedir.*

Bir toplumun yaşattığı, paylaştığı ve geliştirdiği gelenekler o toplumun kültürünü yansıtmaktadır. Bu anlamda her medenî verim gibi türküler de birer kültür şifresi niteliğindedir. Nitekim türküler bu yönüyle, kişilerin özgeçmişi olduğu gibi toplumların da özgeçmişidir. Halk türkülerinin sözlerinin altında, otantik inceliklerle derin bir biçimde gelişen halk ezgileri ve sözlerin çok ötesinde, içinden çıktığı halkın ve yörenin kültürel geçmişini ve gününü sorgulayıcı önemli dinamikler bulunmaktadır. Özellikle Rumeli türkülerinde, tarihsel olayların bölge halkını fazlaca etkilemesi ve bunun sonucu olarak halkın oluşturduğu kültür ürünlerinin sosyal tarihe kaynaklık etmesi durumu açıkça söz konusudur. Bir kısmı hâlâ, “Rumeli” adı verilen topraklarda yaşayan Türk-İslam nüfusun geriye bıraktığı kültür birikiminin en saf şekilde ifadesi olan türkülerde saklı duran medenî şifreler, birer kaynak olma bakımından en az, vaktiyle kaleme alınmış bir kitap, bir hatırat kadar değer taşımaktadır.


1) Cem Dilçin, Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, 8.b.s.,Ankara 2005,s.289-290
2) Ali Abbas Çınar, Türk Dünyası Halk Kültürü Üzerine Araştırma ve İncelemeler, Muğla 1996, s.3
3) Osman Turan , Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi,1.b.s., İstanbul 1969, s.46

5) http://www.turkuler.com/tgv/rustemavci11.asp “Rumeli Türküleri, Acizliğin Değil Dirilişin Sesidir.”
7) Nimetullah Hafız, Kosova Türk Halk Edebiyatı Metinleri, 1.b.s., Priştine 1985, s.8
Bibliyografya:

ÇINAR, Ali Abbas, Türk Dünyası Halk Kültürü Üzerine Araştırma ve İncelemeler, Muğla Üniversitesi Yay., Muğla 1996
DİLÇİN, Cem, Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, TDK Yay., 8.b.s.,Ankara 2005
GÖZAYDIN, Nevzat, “Anonim Halk Şiiri Üzerine”, Türk Dili Dergisi, c.LVII, Ocak- Haziran 1989, s.1-104

GÜLER, Hüseyin Rasim,Bulgaristan Türkleri’nin Rumeli Türküleri,Bay Yay., 1.b.s., Prizren 2004
HAFIZ, Nimetullah, Kosova Türk Halk Edebiyatı Metinleri, Kosova Üniversitesi Yay., 1.b.s., Priştine 1985
ÖZDEMİR, Ahmet Z., Öyküleriyle Ağıtlar II, T.C. Kültür Bakanlığı Yay.,1.b.s., Ankara 2002
ÖZBEK, Mehmet, Folklor ve Türkülerimiz, Ötüken Yay., 1.b.s., İstanbul 1975

TURAN, Osman ,Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi,Turan Yay., 1.b.s., İstanbul 1969
ÜSTÜN, Hulusi, Türkü Öyküleri, Pozitif Yay.,1.b.s., İstanbul 2003

8 Temmuz 2013 Pazartesi

Hz. Mevlana'nın Eserlerinde Ramazan ve Oruç

Hz. Mevlânâ"nın Mesnevî-i Şerîf"ini ve Dîvân-ı Kebîr"ini incelendiğimizde onun Ramazan ayı ve oruç ibadeti hakkındaki görüşlerini şöylece özetleyebiliriz:
“Oruç sevdası bambaşka bir sevdadır” diyen Mevlânâ, orucu çok özlediğinden ve hasretle beklediğinden bahseder. Bazen ise orucu bir “ana” gibi görür.
Oruç ayı olan Ramazan"a neşeli olarak girilmeli; ona kavuşulduğu için Cenâb-ı Hakk"a şükredilip sevinilmelidir.
Oruç; kişide imanın, Allah"ı sevmenin, O"na bağlanmanın, O"ndan sakınmanın, haramdan kaçınmanın varlığına şahitlik eder.
Ramazan"da sadece yemek ve içmekten kaçınmak değil, kötü söz söylemek ve kötü iş işlemekten de kaçınmak, bunlara sabır göstermek gerekir.
Orucun bazı zorlukları varsa da, yüzlerce çeşit hüneri de vardır. Oruç; şeytanı ve nefsi güçsüz ve etkisiz hâle getirir, maddî ve manevî açıdan temizliği gerçekleştirir, gönlü bedenî isteklerin tahakkümünden kurtarır, nefsi kirlerinden arındırır, ruhu özgürleştirir, gönül gözünü açar, manevî görüşü artırır, sabrı öğretir, bedenî hastalıklardan korunmanın yollarını öğretir, insanın insanlığı olgunlaşır, manevî rızıklara ulaştırır, Allah"a yakınlaştırır.

Bu namaz, oruç, hacc ve cihad da inanışa tanıktır.
Bu zekât "hediye", bu hasedi bırakma da "kendi sırrından haber verme" dir.
İhsanda bulunmak, doyurmak, konuk davet etmek: “Ey ulular, biz sizinleyiz, size doğru bir özle inandık” demektir.
Hediyeler, armağanlar, sunulan şeyler: “Ben seninleyim; seni seviyorum” diye tanıklıktan ibarettir.
Kim, bir mal veya afsun için çalışır, uğraşırsa bu ne demektir? “İçimde bir cevherim var”, demektir.
Allah"tan çekinmemden yahut cömertliğimden bir cevherim var ki bu zekatla oruç ikisine de şahittir.
Oruç der ki: “Bu, helalden çekindi, bil ki harama ulaşmasına artık imkân yok.”
Zekât der ki: “Kendi malını bile veriyor, artık, kendisiyle aynı dinde, aynı yolda olandan nasıl çalar?”
Fakat bu işleri riya ve tezvirle yaparsa o iki tanık, Allah"ın adalet mahkemesine kabul edilmez.
Avcı tane saçar ama acımasından değil, avlanmak için.
Kedi de oruç ayında oruç tutar ama kendisini av avlamak için uyur gösterir.
Bu eğrilikten yüzlerce kavim, kötü sanılmıştır. Bu kötü kişi, cömert kişilerle oruç tutanların adını da kötüyü çıkarmıştır.
Fakat Allah"ın lütuf ve ihsanı, o eğri işlerde bulunmakla beraber nihayet onu hepsinden de arıtır.
Rahmeti, o kötülüğü aşmış, ayın on dördüne bile vermediği ışığı vermiştir.
Allah, onun çalışmasını bu kötülükle karışmadan yıkar; rahmeti onu bu hatadan arıtır.
Bu sûretle de Allah"ın yarlıgayıcılığı meydana çıkar, bu miğfer kulun kelliğini örter.
Yağmur, pis şeyleri arıtmak için gökten yağar.1
Sevgi (kulluk), düşünce ve mânâdan ibaret olsaydı, bize oruç ve namaz lüzumlu olmazdı.
Bağlılık ve sevgiden bir eser olsun diye dostlar birbirine armağan sunarlar.
O armağanlar, bağlılığın ve sevginin şahitleridir. Yani onlarda samimiyet ve beraberlik gizlidir.
O ihsanlar, gönülde meydana gelen sevginin görünen şahitleridir.2

Oruca sarıl, sabret; orucu terk etme, her an Hak"tan rızkını bekle!3


Cihad ve oruç güçtür, çetindir. Fakat bu güçlük ve çetinlik, Allah"ın, kulu kendinden uzaklaştırmasından daha iyidir.4


“İnsanın namaz kılmayı arzu edişi, oruç tutuşu, hep Hakk"ın kulunu kendine çekisindendir.”5


Oruç yüzünden bizim canımız dirilik elde edecektir!
Ramazan geldi; aşk ve iman padişahının sancağı erişti! Artık maddî yiyeceklerden elini çek! Çünkü göklerden manevî rızık geldi ve can sofrası kuruldu!
Can, bedenin hantallığından kurtuldu; tabiatımızın isteklerinin eli bağlandı! Aşk ve iman ordusu geldi, sapıklık ve imansızlık ordusunu kırdı geçirdi!
Bir bakıma oruç, bizim kurtuluşumuzun kurbanı sayılır; bizim canımız, onun yüzünden dirilik elde edecektir!
Mademki gönül evine misafir olarak can geldi, onun uğruna bedenimizi tamamıyla kurban edelim.
Sabır, hoş bir buluttur; ondan, hikmet, manevî lütuflar yağar! Bu sebeptendir ki, Kur"ân-ı Kerim de bu sabır ayında nâzil olmuştur!
Bizi kötü işler, günahlar işlemeye teşvik eden kirli nefsimiz, arınmaya, temizlenmeye muhtaçtı! Ramazan gelince, günah zindanının kapısı kırıldı; can, nefsin esaretinden kurtuldu, miraca çıktı, sevgiliye kavuştu!
Bu mübarek ayda gönül de boş durmadı; ümitsizlik perdesini yırttı, göklere uçtu! Can, zaten bu kirli dünyaya mensup değildi, meleklerdendi; onlara ulaştı!
Ramazan günlerinde sarkıtılan merhamet ipine sarıl da, şu beden kuyusundaki hapisten kendini kurtar! Yusuf aleyhisselam kuyunun ağzına geldi, seni çağırıyor; çabuk ol, vakit geçirme!
İsa aleyhisselam isteklerden, beden eşeğinin arzularından kurtulunca, duası kabul edildi! Sen de nefsanî isteklerden temizlen, elini yıka! Çünkü gökyüzünden manevî yemeklerle dolu sofra geldi!
Haydi, elini ağzını yıka; ne yemek ye, ne iç, ne de söyle! Hakikate erdikleri, Hakk"ı buldukları için susup duran ermişlere gelen mana sözlerini, mana lokmalarını ancak Şems-i Tebrîzî"nin himmeti ile bulabilirsin!6


İSLÂM"IN binası beş direk üzerine kurulmuştur. Allah"a yemin ederim ki, bu direklerin en büyüğü oruçtur.
Sen, orucu, şaşılacak acayip meziyetleri bulunan bir şey olarak bil! Oruç, insana can bağışlar. Gönül lütfeder. Sen, şaşılacak bir şey görmek istersen, oruca şaş!
Sen, göklere çıkmak, Mi"rac etmek sevdasındaysan, şunu bil ki, oruç, senin önüne getirilmiş bir Arap atıdır.
Oruç, can gözünün açılması için bedenleri kör eder. Senin gönül gözün kör de, o yüzden kıldığın namazlar, yaptığın ibadetler sana o aydınlığı vermiyor, hakikati göstermiyor.
Oruç, insan şeklindeki hayvanın hayvanlığını giderir. Bu yüzdendir ki oruç, insanın insanlığını olgunlaştırmaya mahsustur.
Âşıkların hayatı, beden matbahı yüzünden kararmıştı. İşte oruç, o matbahları aydınlatmak için çıktı geldi.
Dünyada şeytanın karnını deşen bir bıçağa benzeyen oruçtan daha fazla şeytan öldürücü, nefsin kanını dökücü bir şey var mı?
Padişahlar padişahının kapısında kendisine gizli, özel bir vazife verilmiş, çabucak faydalı olan, kâr bağışlayan kim var? Kim olacak? Oruç!
Oruç, özlem çekenlerin gönüllerini, canlarını öyle tazeleştirir ki, zavallı balığı bile su o kadar tazeleştirmez.
Nefis ile savaşa girişen mücahidin, gönül maksadına ulaşma yolunda oruç, yüz binlerce yardımcı canın yaşayışından daha da iyidir.
İslam"ın binası şu beş direk üstüne kurulmuştur: “Kelime-i şahadet, Zekât, Hac, Oruç, Namaz.” Allah"a yemin ederim ki, bu direklerin en kuvvetlisi, en büyüğü oruçtur!
Cenâb-ı Hak, bu beş direğin her birinde orucu, orucun kaderini gizlemiştir. Zaten oruç kadir gecesi gibi gizlidir.
Midesine düşkün olan, çok mide ağrısı çeker, sızlanır durur. Zaten midesine düşkün olanların talihlerinde oruç yoktur.
Oruç, Allah"ın has kullarına Hz. Süleyman"ın saltanatını bağışlayan bir yüzüktür yahut da taçtır. Onu ancak seçkin kullarının başlarına giydirir.
Oruçlunun gülüşü, oruçsuzun secdedeki halinden iyidir. Çünkü oruç, o Rahman"ın sofrasına oturtacaktır.
Sen farkında değilsin ama, yemek yediğin vakit, için pislikle dolar. Oruç hamama benzer. Seni maddî ve manevî kirliliklerden, bütün kötülüklerden temizler.
Sen, hiç bilgi nuruyla nurlanmış bir hayvan gördün mü? Beden de bir hayvandır. Hayvanın ardına düşüp de orucu bırakma!
Sen vahdet denizinden ayrı düşmüş bir damla gibisin. Sen aslına nasıl ulaşacaksın? İşte oruç, sel gibi, yağmur gibi seni alır, denize ulaştırır.
Nefsinle savaşa girişince; “Ben orucu öyle ucuza satmam!” diye kendini yere at, ellerini çırp, ayaklarını vur, diret!
Nefsin gönlüne musallat olmuş bir Rüstem"dir ama, oruç onu gül yaprağı gibi tir tir titretir.
İçinde ab-ı hayatın gizlendiği bir karanlıktan bahsederler. Aklı başında olanlara o karanlık, oruçtur.
Sen, canının içinde Kur"an nurunu istiyorsan, şunu bil ki, oruç bütün Kur"an"ın tertemiz nurunun sırrıdır.
Gök sofralarının, ruha mahsus sofraların başına tertemiz kişiler oturturlar. İşte oruç, sana, onlarla bir kaptan yemek yedirir.
Oruç seni gün gibi gönlü aydın, canı saf bir hale kor. Sonra da padişahla buluşma bayram gününde varlığını kurban eder, seni varlıktan ve benlikten kurtarır.
Oruç ayına girdiğin zaman, o aya kavuştuğun için Hakk"a şükrederek, sevinerek, neşeli olarak gir! Çünkü Ramazanın gelişinden üzülenlere, gamlılara oruç haramdır. Onlar, oruca layık değillerdir.7


ORUÇ AYI GELDİ
Oruç ayı geldi. Hepinize kutlu olsun. Ey oruca yol arkadaşı olan, dost olan kişi! Yolun uğurlu olsun, hoş olsun.
Ben ayı görmek için dama çıkmıştım. Çünkü candan, gönülden orucu özlemiştim, onu hasretle bekliyordum.
Aya bakayım derken başımdan külahım düştü. Mübarek oruç padişahı benim aklımı başımdan aldı. Beni mest etti.
Ey Müslümanlar! Ona gönül verdiğimden beri ben zaten mest olmuşum, aklım başımda değil. Ah, orucun ne de hoş bahtı varmış, ne de güzel devleti varmış, hali varmış.
Bu oruç ayında gizlenmiş eşsiz bir ay var. Hem de Türk gibi oruç çadırında gizlenmiş.
Bu mübarek ayda, oruç harman yerine sıkıntısız, neşeli gelen kişi, o güzeller güzeli aya yol bulur.
Sıhhatli, atlasa benzeyen yüzünü kim sarartırsa, o orucun ipekli elbisesini giyer.
Bu ayda dualar kabul olur. Oruçlunun âhı gökleri deler, geçer.
Oruç kuyusunda sabreden kişi, Yusuf gibi aşk Mısır"ında sultan olur.
Ey sahura kalkan, sahur yemeği yiyen kişi! Az konuş, hatta sus! Sus da orucu anlayanlar, oruçtan söz etsinler.
Gel ey Şemseddin, ey Tebriz şehrinin avunduğu büyük insan! Oruç askerinin başkumandanı sensin.8


ORUÇ SEVDASI BAMBAŞKA BİR SEVDADIR
Artık, ekmeğe karsı ağzını kapa, tatlı oruç geldi. Şimdiye kadar, yemenin, içmenin hünerini gördün. Şimdi de orucun hünerini seyret!
Oruç, Meryem oğlu İsa"ya zemzem oldu. Oruç yolculuğuna çıktı da dördüncü kat göğe yükseldi.
Kuşların kanat çırpmaları nerede, meleklerin kanat çırpmaları nerede? Kuşlar yem için kanat çırparlar, melekler ise oruca doğru uçarlar.
Orucun bazı zorlukları varsa da, yüzlerce çeşit hüneri de vardır. Oruç sevdası bambaşka bir sevdadır.
Oruç, çarşafa girmiş, kendini gizlemiş bir güzeldir. Çarşafını aç da onu seyret; o ne kadar güzelmiş!
Boynunu inceltir ama, seni ölümden emin eder. Mide dolgunluğu, rahatsızlığı, fazla yiyip içmeden meydana gelir. Oruç ise seni manen mest eder.
Otuz gün ramazan denizinde bir baştan bir başa, bir uçtan bir uca yüzer durursun. Sonunda oruç incisi elde edersin.
Şeytanın bütün hileleri, tedbirleri, bütün okları, oruç kalkanına çarpar, kırılır.9


Oruç harmanından can BUĞDAYI satın al!
Oruç anası keremlerde bulundu, çocuklarına geldi, kavuştu. Çocuğum! Fırsatı kaçırma, oruç ananı sıkıca tut, bırakma!
Oruç anasının güzel yüzünü seyret! Onun lütuf sütünü em! Onun yurdunu yurt edin! Orucun kapısında otur!
Rıza çölüne bak, Allah"ın ilkbaharını seyret! Oruç nergisleri ile dolu olan can cennetini müşahede et!
Ey gonca! Sen çok güçsüzsün. Gelişmemişsin. İpte oynayan bahar cambazı gibi sıçra, oruç çemberinden geç!
Ey gül! Kanlara batmışsın, hal böyle iken, neden gönlün hoş, neden gülüp duruyorsun? Yoksa Halil"in İshak"ı mısın ki, oruç hançerinden hoşlanıyorsun?
Neden ekmeğe asıksın? Bahar mevsiminde gençleşen dünyayı seyret! Oruç harmanından can buğdayı satın al!10


Ey gönül; oruçlu iken Allah"a misafirsin!
Ey gönül! Oruçlu iken Allah"a misafirsin; sana gökyüzü sofrası yakışır!
Sen, bu mübarek ayda cehennemin kapısını kapadın! Böylece sen, cennetten binlerce kapı açarsın!
Topraktan, ateşten, sudan, rüzgârdan dikilmiş olan beden hırkasını çıkar, at!
Can, aşkın kapısına geldi de; “Beni affet; sen, özürlerin canısın!” diye yalvardı!
“Ey aşk!” diye sızlandı. “Bu ayda özrümüzü kabul et; hata ettik!”
Aşk da, gülerek cana dedi ki: “Senin elini tuttum! Biliyorum ki sen, elsizsin, ayaksızsın!
Hekimim; ben, sana perhize girmeni emrettim! Çünkü sen, bu korkunun ve ümidin hastasısın!
Perhize gir de, sana bir şerbet yapıp sunayım; onu içince sen, hiç kendine gelmeyesin!”
Sustum; artık bunu aşk anlatsın! Çünkü onun gözü, canlara can katar!11


Ramazan ayında gereği gibi oruç tutarsan, senin vücut toprağını altın ederler. Senin fani varlığını taş gibi ezerler de göğe sürme yaparlar. İftar vaktinde yediğin yemek lokmasının her biri, birer mânâ incisi olur. Ramazan"da yemekte, içmekte, kötü söz söylemekte, kötü iş işlemekte sabırlı olduğun için, bu sabır, senin manevî görüşünü artırır, gönlünün gözünü açar.12

1 Mesnevi, cilt: V, beyit no: 183-199
2 Mesnevî, cilt: I, beyit no: 2625-2628
3 Mesnevi, cilt: V, beyit no: 1749
4 Mesnevi, cilt: VI, beyit no: 1769
5 Divan-ı Kebir"den Seçmeler, trc. Şefik Can, cilt: I, gazel no: 375
6 Divan-ı Kebir"den Seçmeler, cilt: I, gazel no: 459
7 Divan-ı Kebir"den Seçmeler, cilt: II, gazel no: 803
8 Divan-ı Kebir"den Seçmeler, cilt: III, gazel no: 1119
9 Divan-ı Kebir"den Seçmeler, cilt: III, gazel no: 1155
10 Divan-ı Kebir"den Seçmeler, cilt: III, gazel no: 1175
11 Divan-ı Kebir"den Seçmeler, cilt: III, gazel no: 1326
12 Divan-ı Kebir"den Seçmeler, cilt: IV, rubai no: 368


Kaynak:

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

The Reflection Cafe

Site İstatistikleri

Locations of visitors to this page

 

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı