11 Mart 2013 Pazartesi

Tarihçi Halil Berktay ile Söyleşi

  Bünyamin Köseli

  10 Mart 2013


 Tarih profesörü ve Taraf Gazetesi yazarı Halil Berktay, barış sürecinden umutlu   olduğunu       söylüyor.

Bu dönemde herkesin konuşmadan önce içinden yüze kadar sayarak düşünmesi gerektiğini hatırlatan Berktay, bir aralar kendisinin de içerisinde bulunduğu Aydınlık Hareketiyle ilgili özeleştirilerde bulunuyor, “Türk solu, PKK’ya hep ‘Helal olsun bizim yapamadıklarımızı yapıyorlar’ şeklinde yaklaştı.

İzmir'de, neredeyse bütün fertleri komünist olan bir ailede dünyaya geldiniz. İdeolojik anlamda en çok babanız Erdoğan Berktay'ın mı etkisi oldu üzerinizde?
Avukat olan babam, kendi kuşağının en kaliteli Marksist entelektüellerinden biriydi. İnsanlık tarihi üzerine kafa yoran, sosyalizmi dünya tarihi bağlamında anlamaya çalışan bir insandı. Babam, 1951-52 tevkifatında tutuklanıp değişik illerde hapis yattı, avukatlık hakkı elinden alındı. Cezası bitince İzmir'de bir kitabevi açtı. Bu kitabevi, İzmir entelektüellerinin uğrak yeri haline gelmişti.

Ailenin komünistliği büyük babanızdan geliyor sanırım…
Tabii. Büyük babam Halil Namık Berktay'ı ben 10 yaşıma kadar tanıdım. Dedem, çağına göre çok demokrat birisiydi. Tam anlamıyla bir İttihatçı değildi çünkü İttihatçı olmak için biraz fazla demokrattı! Çok hoşgörülü, çok yumuşak ve agnostik bir insandı... (Allah'ın varlığının bilinemeyeceğini ileri süren felsefi akım) Onun evde yarattığı demokrasi ve hoşgörü ortamının babam ve amcalarım üzerinde büyük bir etkisi oldu. Hepsi de derece derece solcu, komünist oldu.

Robert Koleji'nin bitiriyor, üniversite okumak için 1968'de ABD'ye gidiyorsunuz. Komünistten ziyade bir ‘burjuva ailesi' sanki sizinkisi…
İzmir'de ilkokulu bitirmeye yakın Robert Koleji sınavlarının olduğunu duydum, başvurdum ve burslu olarak kazandım. Yale Üniversitesi'ne de tam bursla gittim yoksa mümkün değildi okumam. ABD'de kaldığım 5 yıl boyunca ailemden çok az para almışımdır.

Yale Üniversitesi'nde George W.Bush ile aynı dönemde okudunuz. Tanışıyor muydunuz kendisiyle?
Evet, kendisiyle teorik olarak sınıf arkadaşıyız! Bu durum, benim yakın arkadaşlarım arasında ciddi bir espri konusudur. “Halil, Bush ile sınıf arkadaşı!” derler. Tabii, Bush ile birbirimizi tanımamız mümkün değildi çünkü her dönemde 1.500 örgenci vardı ama şunun farkındaydık; Yale'de bir zengin güneyliler grubu vardı. Bush da o grubun içerisindeydi muhtemelen. Zaten Bush, liberal Yale Üniversitesi geçmişinden nefret ederdi. Sanırım o ortamda alkolik olmuştu. Gırgır konusu olan şu: Bush, Yale'den 70,2 diploma notu ile mezun olmuş. Yani ucu ucuna kurtarmış. “ABD cumhurbaşkanı olmak için 70 ortalama lazım!” derler.

Siz kaç ortalama ile mezun olmuştunuz?
Ben biraz fazla çalışkandım sanırım. İlk 10'daydım ve 92 ortalama ile mezun oldum!

Türkiye'ye döndükten sonra Aydınlık hareketi içerisinde yer alıyorsunuz. Doğu Perinçek ile tanışmanız da aynı döneme rastlıyor değil mi?
Evet, o dönemde tanıştım. Şahin Alpay'ı zaten Robert Kolej'den tanırdım, iyi arkadaşımdı. Ben Türkiye'ye döndükten sonra Aydınlık Dergisi yazı kurulu ile ilişkimi de kuran Alpay'dır. O vesileyle Perinçek'le de tanıştım.

Bugünden geriye bakınca Şahin Alpay'a hiç ah ediyor musunuz?
Hayır, ah etmiyorum. Solculuk, komünistlik ve Maoculuk hayatım içerisinde kişisel olarak yaptığım çok fazla sayıda hıyarlık var. İşte onlara pişmanım. Teorik bakımdan çok militandım. Aydınlık hareketi içerisinde geçen şöyle böyle 20 yıl içerisinde teorik tartışmalarda, günlük hayatta, parti içinde, örgüt içinde insanlara yapmış olduğum, bireysel anlamda çok fazla kabalık, çok fazla hoyratlık var. İşte bunlardan dolayı pişmanım.

Bir örnek verebilir misiniz?
Saymakla bitmez! Geceleri aklıma geliyor. Bunları unutmuyorum. Mütehakkim bir üslupla, ukalalık, insanlara yukarıdan bakmalar... 20'li yaşlarda bu tür kabalıklar ve hıyarlıklar çok fazla oluyor. Bunlar aradan bu kadar yıl geçmesine rağmen gündüz mesela olmadık bir iş yaparken aklıma geliyor. Geceleyin uykuya dalmadan önce ya da ne bileyim banyoya gitmek için kalktığımda aklıma geliyor. Herhangi birine yaptığım bana bugün son derece ilkel, eğreti ve yadırgayıcı gelen davranışlar aklıma geliyor ve bunlar bana çok acı veriyor. Bunlara çok pişmanım. Bunlar benim özel hamlıklarım olduğu için çok üzülüyor ve utanıyorum.

İyi derecede İngilizce bildiğiniz için Maocu hareketle ilgili çok sayıda makale tercüme edip dikkat çeken yazılar kaleme aldınız o dönemde. Böylesine ön plana çıkışınız örgüt içerisinde bir rahatsızlığa neden oldu mu?
Olmuştur herhalde. Şu var, tabii öğrenci ve genç bir entelektüel olarak genç bir insandım. Yabancı dil hâkimiyetim çok fazlaydı. Marksist ve Leninist teoriye içeriden bir hâkimiyetim vardı. Aynı zamanda çok da ukalaydım maalesef. Özel bir kabalığım yoktu. Teorik tartışmalarda pek çok arkadaşım beni gıcık buluyordu sanırım. Daha geçen gün çok eski arkadaşım Oral Çalışlar'la bir araya geldik. Laf arasında bana, “Yani gıcık olduğunu biliyoruz ama bu konuda haklısın.” dedi! (Gülüyor)

Türkiye'de sağ hareket kendini iyi ifade edemediği için 12 Eylül öncesinde şiddetin kaynağı olmakla suçlandı hep. Sol ise mağdur olduğunu iddia etti ve böyle bir algı oluşturmakta da başarılı oldu. Darbe öncesinin sol örgütleri ne derece masum?
Sol hareketin dünya üzerinde baskıya uğradığı, ezilenleri temsil ettiği ve buradan kaynaklanan bir mağduriyet duygusu var. Gerçekçi olursak, sürekli bu mağduriyeti vurgulayarak hiçbir yere varmak mümkün değil. Mağduriyet otomatik olarak sizi haklı kılmıyor. Solun mağduriyet duygusunu kendi başvurduğu yöntemlerin haklılığı fikrine taşıması var. Yani kendi şiddetini haklı görmesi durumu var. Tabii bir de Marksist devrim teorisinden gelen bir şiddet algısı var. Haklı şiddet teorisi uzun yıllar önce geçerliliğini yitirdi. Bugün DHKP-C'nin oraya buraya bomba atması, silahlı eylemler yapması çok komik. İşte bu yüzden solun haklı savaş, haklı şiddet kavramını tekrar gözden geçirmesi gerek.

Aydınlık dergisi 1980'lerin ikinci yarısından sonra PKK'ya adeta övgüler sıralıyor. Türk solunun PKK'ya duyduğu sempatinin milat noktası Aydınlık dergisi midir?
Türkiye'de 1960'lar ve 70'lerde çok yoğun olarak yaşanmış radikallik yarışları var. Kim daha kızıl, kim daha savaşçı, kim daha doğru devrimci şiddetten yana yarışları var. Türk solunun çeşitli kesimleri derece derece silahlı mücadelenin teoriğiyle ya da pratiğiyle flört ettiler. Türk solunun yapamadığı ve yapmaya çalışırken altında ezildiği illegal devrimci mücadeleyi Kürt milliyetçi hareketi yaptı. 1985'te Kürt savaşını geliştirmeye başladığından beri PKK, iki üç nedenle Türk solu için bir cazibe merkezi haline geldi. Türk solu, PKK için, “İşte bizim ahımızı alıyorlar” şeklinde gördü. Bizim yapamadığımızı yapıyorlar, helal olsun dediler. Birçok sol örgütten ayrılıp PKK'ya katılanlar oldu.

Doğu Perinçek, tam bu noktada nasıl bir rol oynadı?
Doğu Perinçek, 1980'lerin ikinci yarısından sonra Türkiye'de devrimci bir krizin olduğunu kanıtlamak için PKK'nın varlığına başvurdu. Bu yüzden PKK'nın gücünü abarttı ve göklere çıkardı. Sadece Maocu hareketin çöplüğünün horozu olarak kalmakla yetinmedi 'ben acaba daha büyük bir çöplüğün horozu olabilir miyim' diyerek Abdullah Öcalan'la ittifak aradı. Çok çok ihtiraslı. Çok mütehakkim, hep böyle iktidar peşinde, lider olmak peşinde koşan ve bunun için kendisine özel bir konum arayan bir insan düşünün. Bu insan 1969'dan 1980'lerin ikinci yarısına kadar bu özel konumunu Maoculuk olarak tanımlamış. Ancak bu ideolojiyle bir yerlere varamayacağını anlayınca yeni bir niş arıyor, bu da PKK. İşçi Partisi'yle PKK'nın bir ittifakını sağlayabilir miyim? PKK'nın gücünü bir şekilde kullanmaya, Abdullah Öcalan'ı kafalamaya çalıştı ama başaramadı.

Sizin bir uyarınız oldu mu kendisine, aranızda nasıl bir ilişki vardı, önder-militan ilişkisi mi, yoksa daha farklı bir durum muydu?
Hayır, konum olarak eşittik. Her türlü pespaye demagojiye başvurdu. Çok aşağılık bir yalan attı ortaya, “Dağda her gerilla ölünce Halil seviniyor.” dedi. Utanç vericiydi. Yalan olduğunu bile bile söyledi. Çok yalan söyler. Kendi kendini ikna eder. Hitler-vari bir karakteri vardır. Bu dönemde, Beka Vadisi'ne, PKK taburlarını denetledi ama Apo hiç oralı olmadı. Ahmet Arif'in şiirinden mülhem, “Dağlarında gerilla var memleketimin.” şeklinde yazılar yazacaksın sonra 180 derece çark ederek ulusalcı, Kemalist olacaksın…

Nasıl bir karakteri var? Psikolojik olarak tahlil edebilir misiniz?
Çok zor. Stalin gibi bir karakteri var. İnsanlarla kedi fare oyunu oynamaktan hoşlanıyor. Nasıl tarif edebilirim bu kişilikleri! Sen on yıllar boyu bir ideolojiyi savunacaksın, 'Kemalizm Türkiye'de bitmiştir' diye yazılar yazacaksın ondan sonra 180 derece çark edeceksin, orduyu göreve çağıracaksın… Bu derece militarist ve darbeci kesileceksin. Kendini de hiçbir zaman sol ve sosyalist çizgiden sapmamış göreceksin. Bugün ise AK Parti'yi Apocu teröristlerle uzlaşıyor diye ihanetle suçlayacaksın. Bunlar, aklın hayalin alacağı şeyler değil…

Perinçek içeri alındığında ne hissettiniz?
Amerika'daydım. Bir arkadaşım Ergenekon'dan içeri alındığını söyledi. Galiba içimden geçenler şunlar oldu: Bu derece de batmış demek ki, dedim. Teori dergisinde Aydınlık'ta emekli generaller yazı yazıyor, bu komik olayları biliyoruz. Veli Küçük yazı yazıyordu. Birçokları bu kadarını kaldıramadı ve ayrıldı. ‘Kim bilir ne kadar battı?' diye düşündüm. Biraz da tabiatını bildiğim için ne kadar battığını tahmin ettim.

2005 yılındaki Ermeni Konferansı'na katıldığınız için çok sayıda tehdit mailleri aldınız. Size mail atanlardan biri de emekli Albay Hüseyin Vural Vural'dı. Bu şahsın ismi daha sonra Ergenekon iddianamesine yansıdı, yargılandı? Bu bir tesadüf mü sizce?
Bu ismi hatırlamıyorum ama atmıştır. Çok sayıda küfür ve tehdit maili aldım. Şimdi mailler klasörler halinde duruyor. Bunlardan bir kitap yapmayı düşünüyorum. Birçoğuna cevap yazdım. Radikal milliyetçilik nedir, bunun görülmesini istiyorum. Öyle mektuplar var ki. İnsanlar, “Siz karıncaincitmez Türk halkına böyle bir katliamı nasıl yakıştırırsınız?” diyor arkasından da şunları yazıyorlardı: “Onları öldürdüğümüz gibi sizi de öldüreceğiz!”

12 Mart sonrasında Aydın Söke'ye gidiyor ve köylülerle birlikte yaşıyorsunuz. Dünyanın en önemli üniversitelerinden birinden mezun olan bir genç için zor olmadı mı bu yaşam tarzı?
Köylü olmaya çalıştığımız bir dönem! Köylerde tarım işçisi olarak kaldım. Bu fasıl bir yıl sürdü. Marksist Leninist teoriyi o kadar çok içselleştiriyorsunuz ki işçi ve köylülerin yüce varlıklar olduğunu düşünüyorsunuz. Asıl yüce yaşamın o olduğuna, entelektüelliğin bir burjuva paçavrası olduğuna kendi kendinizi ikna ediyorsunuz. Bu, bir çeşit manastıra kapanmamın karşılığıydı o gün için. Dünya nimetlerinden arınmak için çile çekmenin mütekabiliydi.

Neler yapıyordunuz köylülerle?
Bir grup olarak gitmiştik. Bunlar benim canımı çok acıtan şeyler… Düşünmekte zorlandığım şeyler. Hayat karşısında ben böyle bir eğretiliği, acemiliği, böyle bir cahilliği nasıl yapmışım? Bu yolla bütün bir ülkenin devrime gideceğini hayal etmek… Tasvir etmeye kelimelerim yetişmiyor. Dışarıdan bir gözle bakınca benim sözcüklerim yetersiz kalıyor. Bunun için net olarak 'pişmanım' diyebilirim. Böyle bir köylü devrimciliği hayali içinde olmak arayışını bu kadar saçma bir noktaya vardırmak gerekmiyordu. Bu, kaçınılabilir bir zırvalıktı benim için…

1990'dan sonra tarih okumaya yönelten neydi sizi?
Ben ekonomi mezunuyum ama tarihe olan merakım hep vardı. Bizim evde yemek sohbetlerinde hep tarihi meseleler konuşulurdu. Resmi tarihi okuyup bunun Marksist eleştirisi nasıl olur, bunu araştırıyordum. Kendime ait bir okumam vardı. Bu, üniversitede de devam etti. Bizans tarihi, eski Yunan tarihi dersi aldım, sanat tarihine ilgi duydum. İktisat tarihi dersi en çok sevdiğim ders haline geldi mesela. Bu tamamen kendi doğal sürecinde oldu. Sonunda gittim, İngiltere'de tarih doktorası yaptım.

Sola yönelik eleştirileriniz ilk ne zaman başlıyor?
1985-86'da başlıyor. Gorbaçov, ilk defa bir adım attı. Sovyetler Birliği'ndeki rejimi eleştiriye tabi tuttu. Ben o dönemde reformcu Sovyet basınını çok dikkatli takip ettim. Sovyetler Birliği, demokratik bir sistem kurabilir diye gözüktü. Sonunda öyle olmadı tabii. Olamazmış. Onarılamazmış. Ben bu süre içerisinde bizim Maoculuk teorisinin gerçeklikle hiçbir ilişkisinin olmadığını anladım…

Tarihçi Tony Judt'ın eserleri bu değişiminizin neresinde duruyor?
İki yazımda Tony Judt'tan alıntı yapınca, bilir bilmez bazı insanlar, “Halil Hoca şimdi de Judt'ı bellemiş!” diyor. Tony Judt, önemli bir tarihçi. Aynı yollardan geçmişiz ve sonrasında sosyal bir demokrat olmuş. 1990'lardan sonra Tony Judt okumaya başladım. Çok sevdiğim bir ve kendimi ruh ikizi olarak gördüğüm doğru ama fikirlerimi onun üzerine kurduğum yanlış ve saçma sapan!

‘Tekâmül kavramı' sol ideoloji ile niçin böylesine ters düşüyor?
Sert çekirdekli ideolojiler tabanlarına çok tekelci bir kıskançlıkla bakıyor. Ayrılmayı, eleştirmeyi, bağımsız olmayı zorlaştırmak için adeta bir psikolojik terör halesi oluşturuyorlar. Türkiye'de bir futbol takımı kötü oynadığında haklarında 'hainler' ve 'kansızlar' diye yazılıyor. İdeolojinizi eleştirmeye kalksanız dönek ilan ediliyorsunuz hemen…

Barış süreci başarıya uğrar mı sizce?
Başarıya ulaşmasını istiyorum ve bana başarıya ulaşacak gibi geliyor. Büyük güçlük PKK tarafındadır. AK Parti'nin bu konuda sağlam duracağını sanıyorum. PKK, yıllardır dağda. Silahlı mücadele için örgütlenmek onların varlık sebebi haline gelmiş. Tabii Kemalistlerin ve Ergenekoncuların ne yapacağından da emin değilim. Mesela Uludere olayı büyük bir soru işareti olmaya devam ediyor.

Nelere dikkat edilmeli bu süreçte?
Çok soğukkanlı olmak gerek. Boy ölçüşme, didişme dilinden uzak durulmalı. Tutanakları sızdırmak çok büyük günahtı. Ama yayınlanmasında bir beis yok bence. Sızdıranların amacı barıştan yana mı? Bence başka hesapları var. Tekere çomak sokmak istiyorlar. Abdullah Öcalan'a çok kızdım. Barışın diliyle liderliğin dili uyuşmuyor. Öcalan'ın kullandığı dil ile barışın dili çelişiyor. Bu, ciddi bir problem. Çok mütehakkim üslubu var. Bu bizatihi barışın diliyle çelişiyor. Konuşmadan önce herkesin içinden yüze kadar sayıp düşünmesi gerekiyor.

Barış olacaksa bile bu, AKP ile olmasın zihniyeti var bir de…
Ne diyeyim! Türkiye'deki bütün saçmalıklar adına bir yorum yapmam mı gerek! Bir acayip gözü dönmüş, fanatik bir AK Parti düşmanlığı var.

Neyden kaynaklamıyor bu düşmanlık?
Müslümanlık düşmanlığından kaynaklanıyor.

Biraz açar mısınız?
Kemalizm'le birlikte solun içine de sinmiş olan yüz küsur yıllık dini olana, İslami olan her şeye duyulan çok derin kuşku ve nefretten kaynaklanıyor.

“Maocular ile TKP'liler silahla çatıştı ve Kazancı Yokuşu'nda katliam oldu…” diyerek ezber bozdunuz. 1 Mayıs'la ilgili ezber bozdunuz. Bu konuyla ilgili yeni bir şey var mı söyleyeceğiniz?
Benim iddialarım tamamen doğrulandı. Taraf gazetesinin yayımladığı diğer röportajlar tabloyu gözler önüne serdi. Beni onlarca kişi aradı ve "Ben de başımdan geçenleri yazacağım" dedi 1 Mayıs 1977 ile ilgili. Amerikalılar gelmiş otelde kalmış! Kamyonetin DİSK'e ait olduğu ortaya çıktı. Sular İdaresi'nden ateş açıldığı tamamen yalan. Devlet komplosu teorisinin en ufak bir dayanağı yoktur.

Devlet o güne kadar çok da masum değil ama…
Ben genel olarak 'devlet masumdur' demiyorum. Devletin genel olarak masum olmamasından devletin bu konuda suçlu olduğu anlamı çıkmaz. Mesela Samatya'da yaşanan son olaylarda adam Ermeni çıktı. Bir yığın spekülasyon yapıldı. Derin devletin 2015 hazırlığı dendi mesela. 1915'te devletin masum olmaması, devletin Samatya'dan da sorumlu olacağı anlamına gelmez.

İzmir'de yaşayan amcanız, “Yıllardır antiemperyalist mücadele veren ailemizin tek firesidir o." dedi sizin için...
Bundan birkaç ay önce vefat etti amcam. Son yıllarda çok sıkı bir Kemalist olmuştu. İlhan Selçuk'un büyük hayranıydı, darbeciydi. Ben hiçbir şekilde karşılık vermedim amcama. Kırılmadım ve üzülmedim. Sonuçta amcamdır…

Nasıl geçiyor bir gününüz?
Sabah 6'da kalkıyor, servisle üniversiteye gidiyorum. Hayatım boyunca hiç araba kullanmadım. Ehliyetim yok. Eşimin ehliyeti var. Zaten İstanbul'da araba alınmaz. Benim hayatım okumak, araştırmakla geçer. Çalışmak dışında hayatımda başka bir şey yok neredeyse. Bütün günüm çalışmakla, idari işlerle geçiyor. Hafta sonları çok az dinlenirim. Kafa dağıtmak için belgesel izlerim. Eşim de benim gibidir, çok çalışır.

Dedeniz için ‘agnostikti' dediniz. Siz, inanç noktasında kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Ben ateistim ama militan değilim.

Ne zaman karar verdiniz ateist olmaya?

Öyle büyüdüm. Bu, içinde büyüdüğünüz kültüre bağlı. Bizim ailede insanı dindarlığa götüren unsurların hiçbiri mevcut değildi.

Hiç ateizmi sorguladınız mı peki?
Hayır. Hiç sorgulamadım. İnançsızlığımın çok köklü olduğunu söyleyebilirim. Dini duyguları anlayabiliyorum. Bir camide, bir kilisede ezanda, Kur'an okunuşunda veya dini Batı müziğinde insanlara huşu veren şeyin ne olduğunu kuvvetle hissedebiliyorum. Büyük dinlerin tarihteki muazzam rollerini görmek, o heyecanı hissetmek beni dindar kılmıyor tabii ki.

Futbolla aranız nasıl?
Galatasaraylıyım ama sanırım ona da doydum. Çok farklı spor dallarını severim ve hepsinden de anlarım. ‘Körling'den, beyzboldan, Amerikan futbolundan, buz hokeyinden çok iyi anlarım. Analitik bir şekilde izleyerek zevk alırım. Atletizmde TRT spikerlerinin fark etmediğini fark ederim. Basketbol izlemekten ise bıktım.

Ev ararken ilk önce duvar uzunluğuna bakıyorum!

Bazı yazarlar gibi kitaplarınız için ev tutuyorsunuz herhalde…
Ev ararken ilk önce duvarlarına bakıyorum. Kitaplığımın sığması için 43 metre sağır duvar lazım! Bizim için manzara, alt kat üst kat hiç önemli değil. Emlakçılar Bebek sırtında bir daire gösterdi. Çok güzel manzarası olmasına rağmen beğenmedik. Emlakçı, “Beyefendi, siz çok mu zenginsiniz, çok mu eşyanız var?” dedi. Eve çok az eşya aldık. Eşimle birlikte 15 bine yakın kitabımız var.

Sizde İzmirlilik var mı?
İzmir'le bütün ilişkim koptu maalesef. Yale'deyken ailem Ankara'ya taşınmıştı. Benim çocukluğumun 250 binlik İzmir'ini şu an 4 milyonluk şehir aldı. İzmir'de bir yığın akrabamın yaşadığını bilmek, limanda yüzdüğüm, balık tuttuğum ve ilk eşimle geçirdiğim günleri hatırlamak dışında İzmir'le bir bağım kalmadı.

Robert Koleji'nde profesyonel yüzücülük yapmışsınız? Devam ediyor musunuz yüzmeye?
Bir İzmir çocuğu olarak havuz disiplinine hiç alışamadım. Kolejdeyken Boğaz'ı geçme yarışına katılmıştım. Amerika'da su topu oynadım ama hiçbir zaman iyi bir yüzücü olamadım.

Yakın dostlarınız hatırlayamadıkları olayları hemen size soruyormuş…
Hafızam her zaman kuvvetli oldu. Bunu bütün arkadaşlarım bilir, “Halil'de fil hafızası var.” diye takılırlar. Şahin Alpay arar, bir şey sorar, “Bunu ancak sen hatırlarsın.” der.


Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

The Reflection Cafe

Site İstatistikleri

Locations of visitors to this page

 

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı