9 Kasım 2012 Cuma

Türkiye’de Uluslararası İlişkiler Disiplini

08/11/2012 · Akademik Perspektif 

Röportaj: Ali Özalpay
İki yada daha fazla Aktör’ün uluslararası sistem denilen arenada birbirleri arasında cereyan eden her türlü ekonomik, siyasi ve kültürel olaylara uluslararası ilişkiler denir. Eski Çin ve Yunan Roma Dünyasından başlatılarak günümüz modern çağa kadar sürükleyebileceğimiz, çok uzun bir zaman dilimidir aslında uluslararası ilişkiler. Bir disiplin olarak ortaya çıkışı her ne kadar 20. Yy’a rastlasa da hızla küreselleşen Dünyamızda vazgeçilmez bir disiplin alanıdır. Kırıkkale Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Doç. Dr. Haluk Özdemir ile uluslararası ilişkiler disiplini ve Türk uluslararası ilişkileri üzerine konuştuk..
-Modern uluslararası ilişkiler 1648 yılında doğmuş olsa da uluslararası ilişkiler disiplininin doğuşu 1919 yılına rastlar. Aradan geçen 3 asırlık zamanı nasıl açıklayabiliriz?
Gerçekten de modern uluslararası ilişkilerin doğuşu olarak 1648 Westphalia düzenini alıyoruz. Bu tarihten itibaren geçen 3 yüzyılda ayrı bir çalışma alanı olarak uluslararası ilişkilerin doğmamasının çeşitli nedenleri var. Bunlardan birincisi, uluslararası ilişkiler konularının parça parça başka disiplinler tarafından ele alınmış olmasıdır. Aradan geçen süre boyunca bugün uluslararası ilişkiler olarak adlandırdığımız çalışma konuları, siyaset bilimi, hukuk ve tarih gibi alanlarda çalışılmıştı. İkinci neden, uluslararası ilişkilerin araştırma ve çalışmaya değer olup olmadığı konusunda insanların emin olmamasıdır. Öncelikle uluslararası ilişkiler konuları insanların günlük yaşamlarını ilgilendiren konular değildi. Az önce belirttiğimiz disiplinler zaten siyaset, hukuk, tarih gibi çeşitli konuları ele alıyordu. Üçüncü neden, uluslararası ilişkilerin genel olarak insanları ilgilendiren bir konu olarak görülmemesiyle ilgilidir. Uluslararası ilişkiler, o dönemlerde kralların ve prenslerin kendi aralarında yürüttükleri ilişkilerden ibaret olarak görülüyordu.
Gerçek anlamda bu konuların insanları ilgilendirmeye başlaması 1789 Fransız İhtilalinden sonra olmuştur. 1648’de ortaya çıkan uluslararası ilişkiler, aslında hanedanlar arası ilişkilerdi. 1789 ise uluslararası ilişkileri doğurdu. Fransız İhtilalinin ulus-devlet modelini ortaya çıkarmasıyla birlikte insanlar, kendi adlarına yürütülen dış politikalarla ilgilenmeye başlamışlardı. Fakat o dönemde de ilişki biçimi savaşla sınırlıydı. Bu savaşlar, nispeten cephede yürütülen sınırlı savaşlardı. Bu nedenle insanlar önceliği iç siyasetle ilgili konulara veriyorlardı.
Birinci Dünya Savaşı, sanayi devriminin etkilerinin savaş alanlarına yansıtıldığı bir döneme işaret eder. Sanayi devrimi ve gelişen teknolojiler, savaşın kıyım gücünü büyük oranda artırdı. Örneğin 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren makineli tüfeğin icadı, tank ve uçakların ve kimyasal silahların Birinci Dünya Savaşında kullanımı ciddi sonuçlar doğurdu. İnsanların ilgisi iç siyasatten dış siyasete kaymaya başladı, çünkü savaşlar hem cephede hem cephe gerisinde çok sayıda insanın ölümüne yol açıyordu. Bu savaşların nedenleri hem anlamak hem de önleyebilmek için yeni bir çalışma alanına ihtiyaç duyuldu. Çünkü geleneksel olarak tarih çalışmaları geçmişle ilgiliydi. Oysa ihtiyacımız olan şey bugünü anlamamızı ve geleceği şekillendirmemizi sağlayacak bir çalışma alanıydı. Bu nedenle uluslararası ilişkiler çalışmaları idealist bir perspektifle ortaya çıkmıştır.
Toparlayacak olursak, modern uluslararası ilişkilerin 1648’de doğmuş olması uluslararası ilişkiler disiplininin doğuşu için gerekliydi fakat yeterli değildi. İnsanlar, ciddi sonuçlarla karşılaşmadıkça yeni konulara ilgi göstermezler. Uluslararası ilişkilerin ciddi sonuçlarıysa ilk kez Birinci Dünya Savaşı’nda görüldü. Acil barış ihtiyacı, uluslararası ilişkiler disiplinini doğurdu.
-Birinci Dünya Savaşı olmasaydı uluslararası ilişkiler disiplini gene doğar mıydı?
“Geçmişteki olaylar olmasaydı bugün nasıl şekillenirdi?” tipindeki soruları yanıtlamak hep zor olmuştur. Çünkü o zaman herşey farklı olurdu. Fakat şunu söyleyebiliriz ki Birinci Dünya Savaşı uluslararası ilişkiler disiplininin doğuşunu hızlandırmıştır. Eğer bu savaş olmasaydı, zaman içerisinde gelişen ve yoğunlaşan ekonomik ilişkiler, sınırlar arasında artan etkileşimler eninde sonunda uluslararası ilişkiler diye bir çalışma alanını doğururdu diye düşünüyorum. Birinci Dünya Savaşı, yarattığı şok etkisiyle bunu mümkün kıldı. O olmasaydı, zamanla gelişen ihtiyaçlar, yine de bu disiplini doğuracaktı bence. Çünkü bugün artık herşey uluslararası hale geldi. Savaş olmasaydı bile bu ilişkileri araştırma ve anlama ihtiyacı doğacaktı.
-ABD ve İngiltere’de 1919 yılında kurulmuş olsa da uluslararası ilişkiler kürsülerinin Türkiye’de kuruluşu 1958 yılına rastlar. Bu gecikmenin sebepleri sizce nelerdir?
Gecikmenin çok yönlü nedenleri var. Bu soruyu kısaca cevaplamak çok güç. Fakat uluslararası ilişkiler disiplininin geç doğmasının nedenleriyle bağlantılı olarak konuyu ele alabiliriz. Uluslararası ilişkilerin gelişebilmesi için öncelikle bu konulara ilginin olması gerekir. İnsanların bunu ayrı bir çalışma alanı olarak görmesi ve bu ihtiyacı hissetmesi gerekir. Demek ki Türkiye’de 1950’lere kadar bu ihtiyaç hissedilmemiş. Öncesinde konu tamamen Türk Dış Politikası olarak görülmüş ve ele alınmış, bu da siyaset biliminin bir parçası olarak görülmüştür.
1950’lerde Soğuk Savaşın başlangıcı, Kore Savaşı, Türkiye’nin NATO’ya üyeliği ve sömürgelerin bağımsızlaşma süreci gibi bir dizi gelişme uluslararası ilişkilere ilginin artmasını sağlamıştır. Artan ilgiyle birlikte ayrı bir kürsü olarak uluslararası ilişkilerin gerekliliği de ortaya çıkmıştır. Çünkü dış ilişkiler geliştikçe bu alanda çalışacak personelin yetiştirilme ihtiyacı da ortaya çıkmış ve uluslararası ilişkiler bu şekilde gelişmeye başlamıştır.
-Türk uluslararası ilişkiler disiplininin sorunları ve bunların çözümleri sizce nelerdir?
Türkiye’de uluslararası ilişkiler disiplininin çok ciddi sorunları var. Bunları aslındaYöntem, Kuram Komplo kitabında anlatmaya çalıştık. En önemli sorun, parçalanmışlık sorunu. Örneğin Kırıkkale’deki uluslararası ilişkiler bölümüyle Bilkent veya Boğaziçi’ndekinin sorunları çok farklı. Akademik personelin nitelikleri açısından da merkez ve çevre olmak üzere disiplin parçalanmış durumda. Bunların birbirleriyle etkileşimi oldukça sınırlı. Ortak bir sorunsal üzerinde düşünüp bilgi üretmek mümkün olamıyor. Herkes kendi çerçevesinde bir şeyler yapmaya çalışıyor. Yöntem, Kuram, Komplo kitabıyla bu soruna dikkat çekmeye ve bunu aşmaya çalıştık.
Özellikle çevre dediğimiz gelişmekte olan üniversitelerde sorunlar daha derin. Özellikle alanda yetişmiş akademik personel ihtiyacı karşılanmaksızın heryerde uluslararası ilişkiler bölümleri açılması, öğrenci kontenjanlarının ihtiyacın çok üzerinde artırılması bunlardan bazıları. Uluslararası ilişkilerin mantığı gereği bu tür bölümlerin aslında sadece büyük şehirlerde ve uluslararası etkileşim olanaklarının bulunduğu yerlerde açılması gerekir. Yeterli öğretim üyesi de olmadığı zaman, öğrencilere uluslararası perspektif kazandıracak bir eğitim verilmesi mümkün olmuyor. Bir de öğrencilerin bir kısmının uluslararası ilişkiler bölümünü istedikleri için değil de açıkta kalmamak için tercih ettiklerini görüyoruz. Öğrencilerin bu konulardaki sorunları okuma konusunda bir isteksizliğe yol açıyor. Okumak için merak etmeniz gerekiyor, bölüme ilginiz yoksa okumak da istemiyorsunuz.
Kavramsal çalışmalara yeterince ilgi olmaması bir başka sorun. Uluslararası ilişkiler konuları kavramsal olarak çalışılmadığı zaman istenen verim ve bilgi birikimi elde edilemiyor. Bu nedenle Türkiye’deki uluslararası ilişkiler çalışmaları evrensel anlamda istenen düzeyde değil. Ciddi anlamda tarih odaklı çalışmaların hakimiyetini görüyoruz. Öğrenciler de konu seçerken mümkün olduğunca kavram ve teorilerden uzak tarihsel konuları seçmeye çalışıyorlar. Bu durum gelecek açısından endişe verici.
Sorunlar o kadar çok ki, belki son olarak dil sorununa değinebiliriz. Yabancı dil bilmemek uluslararası ilişkilerin mantığına aykırı. Uluslararası ilişkiler olacaksa, bu aynı dili konuşmayan uluslar arasında olacak. Faklı kaynaklardan okuyabilmek farklı insanların görüşlerini alabilmek gerekli. Evrensel alanda üretilen bilgiye erişiminiz olmalı. Bizde ciddi anlamda yabancı dil sorunu olduğu için bizim uluslararası çalışmalarımız genelde ulusal kalıyor. Sadece Türkçe kaynaklardan yararlanarak sadece Türkiye ile ilgili konular çalışılıyor.
Bu konuyla ilgili olarak dikkat çekmek istediğimi bir başka nokta da İngilizce ile ilgili. İngilizce artık yabancı dil sayılmıyor. İngilizce, evrensel bir iletişim dili olarak uluslararası alanda aslında herkesin anadili. İngilizce bilmeden uluslararası ilişkiler konularını çalışamazsınız. Fakat gençler açısından ileride bu da yeterli olmayacak. Bu yüzden yabancı dil derken İngilizceyi kastetmiyorum. İngilizce’nin yanında mutlaka en az bir yabancı dil daha bilmek zorundayız. Atalarımız “bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp” demişler. Fakat uluslararası ilişkiler çalışıyorsanız ve İngilizce bilmiyorsanız bu ayıp. Bunun dışında bir yabancı dil daha bilmiyorsanız, bu ayıp değil ama bir eksiklik.
-Komplocu paradigma Türkiye’de uluslararası ilişkiler disiplinini nasıl etkilemektedir?
Komplocu paradigma, herşeyi bir komplo olarak görmek anlamına geliyor. Bu mantaliteye göre hiçbir şey göründüğü ya da söylendiği gibi değildir. Bu da yeni nesillerde dışarıya karşı paranoyak bir perspektif geliştiriyor. Gençler sürekli Türkiye hakkında bazı dolapların döndüğünü düşünüyorlar. Bu doğru da olabilir fakat paranoyak derecesine geldiği zaman sağlıklı bir değerlendirme yapmak mümkün görünmüyor. Komplocu paradigma, hem uygulamada dışarıyla sağlıklı bir ilişki kurulmasını hem de bilgi üretimini engelliyor.
Uluslararası ilişkilerde komplo girişimleri olabilir fakat herşey komplodan ibaret değildir. Herkesin birbiriyle çeşitli çıkar ilişkileri ve çatışmaları olabilir. Fakat kendimizi bunlara fazla kaptırdığımız zaman bilimsel teorileri anlama kapasitemizi azaltıyoruz. Komplo teorileri çok çarpıcı ve ilginç teoriler. Çoğu zaman anlaşılması da çok kolay olan, duygularımıza ve korkularımıza hitap eden teoriler. Bilimsel teorilerse anlama çabası gerektiriyor. Komplo teorileri bu çabaya girişmekten bizi alıkoyuyor. Bu yüzden de komplo teorilerinin geliştiği yerlerde bilimsel teoriler gelişemiyor. Çünkü komplocu paradigma sorgulamayı engelliyor. Kendi komplolarına inanmamız için bizi adeta kör ediyor. Oysa bilimsel düşünce her zaman sorgulama gerektirir. Bu konuyu uzun uzadıya ele alabiliriz ama konuyla ilgilenenlere Yöntem, Kuram, Komplo’nun ilgili bölümünü okumalarını tavsiye ediyorum. Orada bu teorilerin bilimsel teorilerden nasıl farklı oldukları ve ne tür mantık hatalarını içerdiklerini göreceklerdir.
-Türk uluslararası ilişkiler disiplinine kazandırılan önemli bir eserin (Yöntem, Kuram Komplo) yazarlarından birisiniz. Bu eser üç farklı bakış açısıyla yazılmış. Sizce bu farklı bakış açılarının okuyucuya sağlayacağı avantajlar neler?
Daha önceki sorularda da belirttiğim gibi Türkiye’de uluslararası ilişkiler disiplini çok parçalanmış bir yapı arzediyor ve her parçanın sorunları diğerlerininkinden farklı. Bu farklı parçaların hepsini birleştirecek bir yaklaşıma ihtiyaç var. Sorunların çözümü buradan başlayacak. Fakat bunları birleştirebilmek için her birinin perspektiflerini ve sorunlarını iyi anlamamız gerek. Kitap bu bağlamda 3 boyutlu bir yaklaşım getiriyor. Her 3 yazarında eğitim geçmişleri ve çalıştıkları ortamlar birbirinden çok farklı. Her üçü de aslında Türkiye’deki parçalı yapının tipik niteliklerini görebiliyor ve farklı bir açıdan analiz edebiliyor. Bu anlamda kitap, Türkiye’deki uluslararası ilişkiler disiplininin çok boyutlu bir fotoğrafını çekiyor.
Her okuyucu bundan farklı bir şekilde yararlanabilir. Çünkü okuyacak kişilerin de karşılaştıkları sorunlar birbirine benzemeyecek. Fakat en azından okurken hem kendisine dair deneyimleri ve sorunları burada bulabilir, hem de diğerlerinin karşılaştıkları sorunlar hakkında bir fikir edinebilir. Böylecek herkes belki de ortak bir paydada buluşabilir.
Türkiye’de uluslararası ilişkiler disiplininin acil sorunları çözebilmek için sorunlara önce çok boyutlu bakmak gerekiyor. Bence bu çok boyutluluk anlamında kitaptan bir katkı alınabilir. Çünkü kitabın siz genç öğrencilerden beklentisi, Türk uluslarararası ilişkiler disiplinin sorunlarını çözerek onu evrensel düzlemde hak ettiği yere getirmenizdir.

Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

The Reflection Cafe

Site İstatistikleri

Locations of visitors to this page

 

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı