19 Kasım 2012 Pazartesi

Dîvân Şairlerinden Nef’i


EMRE SESSİZ
Nef’î (Ömer), (1572-1635) 17. yüzyıl Dîvân şairlerindendir. XVII. yüzyıl ve bütün Türk edebiyatının en büyük kaside şairi olarak tanınan Nef’i, bu yüzyılın başında yaşamış, kasidede gerçek bir varlık göstermiş ve gerek kendi zamanında, gerekse sonraki yüzyıllarda kaside yazan bütün şairlere etkilemiş bir şairdir.
1572 yılında Hasankale’de doğdu. Bundan dolayı devrin kaynakları Nef’i’den Erzenü’r-Rumî diye söze ederler. Babası Sipahi Mehmed Bey’dir.Gerçek ismi Ömer olan Nef’î, kaynaklarda Nef’i Ömer Bey adıyla anıldığı gibi mührüne kazdırdığı beyitte de Ömer adı görülmektedir. Daha küçük yaşlardan itibaren güçlü bir eğitim gördü. Öğrenimini Hasankale’de yapmış, sonra Erzurum’a gelerek devam ettirmiştir. Burada Fars edebiyatının ünlü eserlerini okudu, Arapça ve Farsça öğrendi. Nef’i Erzurum’da öğrenimini sürdürürken genç yaşında şiir yazmaya da başlamıştır. İlk mahlası Zarrî “zararlı”dır. 1585 Erzurum defterdarı olan Gelibolulu Müverrih Ali, şiirlerini görmüş, beğenmiş ve bu genç şaire Nef’i “nafi, yararlı” mahlasını vermiştir.Padişah 1.Ahmed zamanında İstanbul’a geldi. Devlet hizmetine girdi ve bir süre farklı memurluklarda çalıştı. Daha sonraları 2.Osman ve 4.Murad dönemlerinde yıldızı parladı ve sarayla yakın bir ilişki kurdu. Hicviyeleri ile ünlü olan Nef’î yazdığı hicivlerle dönemin birçok isminin nefretini ve öfkesini üstüne çekti.Dönemin müftüsü Nef’i yi öven ancak içeriğinde Nef’i ye kâfir diyen bir beyit söylemiştir.Nef’i de buna karşılık olarak; “Müftü efendi bize kâfir demiş. Tutalım ben O’na diyem müselman. Lâkin varıldıktan ruz-ı mahşere, İkimiz de çıkarız orda yalan.” diyerek cevap vermiştir. Yine de uzunca bir süre 4.Murad tarafından korundu, daha sonraları 4.Murad kendisinden hiciv yazmamasını rica etti.
Her ne kadar Nef’î padişah 4.Murad’a bu konuda söz verse de, kalemini durduramayıp Vezir Bayram Paşa hakkında bir hicviye kaleme aldı. Bu hicviyesinden ötürü, 1635 yılında, sarayın odunluğunda kementle boğularak öldürüldü. Sonra cesedi İstanbul boğazı’nda denize atılmıştır.Halk arasında Nef’i efendinin ölümü hakkında şöyle bir rivayet geçmektedir: Nef’i çok iyi bir şair olduğu için infazından vazgeçilmiştir.Padişaha gönderilecek belge yazılırken Nef’i de oradadır.Belgeyi bir zenci yazmaktadır ve kâğıda mürekkep damlatır.Nef’i de bu olay üzerine “Mübarek teriniz damladı efendim” diyerek yaşama şansını kaybetmiştir.
Çalışmaları
Nef’î hiç kuşkusuz, hiciv dendiğinde Türk edebiyatında öne çıkan isimdir. Onu ölüme sürükleyen hiciv edebiyatında çok başarılı olduğu aşikâr. Hicvin yanı sıra övgü edebiyatıyla da göz doldurmuştur, bugün dîvân edebiyatının en beğenilen kasidelerinden bir çoğu onun eseridir. Yazdığı kasideler güçlü tekniği ve değişik ahenki ile fark yaratır. Zaman zaman kasidelerinde gördüğümüz aşırı süs ve abartılar bile, güzel ahenki ile sunîlikten uzak doğal bir havadadır. Sihâm-ı Kazâ (Hiciv şiirleri), Türkçe ve Farsça olarak yazdığı iki divanı vardır.
DİVANDAN BİR ŞİİR
Mefâilün feilâtün mefâilün feilün
Ne tende cân ile sensiz ümîd-i sıhhât olur
Ne cân bedende gâm-ı firkatûnle rahat olur
Ne çâre var ki firâkunla eglenem bir dem
Ne tâli’üm meded eyler visâle fırsat olur
Ne şeb ki kûyuna yüz sürmesem o şeb ölürüm
Ne gün ki kâmetüni görmesem kıyâmet olur
Dil ise gitdi kesülmez hevâ-yı aşkundan
Nasîhat eyledüğümce beter melâmet olur
Belâ budur ki alışdı belâlarunla gönül
Gamun da gelse bâ’is-i meserret olur
Nedür bu tâli’ ile derdi Nef’î-i zârun
Ne şûhı sevse mülâyim dedükçe âfet olur
Ne tende cân ile sensiz ümîd-i sıhhât olur
Ne cân bedende gâm-ı firkatûnle rahat olur
Vücudumda sensiz ne can ve sağlık umudu olur. Ne de can bedenimde ayrılığın gamıyla rahat yüzü görür.
Divan edebiyatının hayal ve remiz dün­yasında can, genel olarak varlığı bilinen fakat gözle görülüp elle tutulamayan bir özelliktedir ve mücerret olduğundan yok kabul edilmektedir. Diğer bir adı “rûh-ı musavver” olan can, mekânı belli olmadığı için Nev’î’nin. “Sana hercaîlik ayb olmaz ey rûh-ı musavver sen/
Ci­hanın canısın can ise hergiz lâ-mekânîdir” beytinde ifadesini bulduğu üzere “lâ-mekânî” diye vasıflandırılır ve sevgilinin hercaî oluşunun sebebi de buna bağla­nır. Bu arada hem gizli hem de hayat verici oluşu bakımından âb-ı hayâta ben­zetilir. Yine Nev’î’nin,
“Nakd-i canı verdi dil âb-ı hayât-ı la’line/
Kim-durur dîvâ­nede yokdur diyen akt-ı maaş” beyti bu anlayışın bir ifadesidir. Can ayrıca ten, beden, cisim, kalıp gibi isimlerle anılan maddî varlığa hayat veren esas unsur olduğundan bunlarla ve özellikle ten ile çok sıkı bir ilişki içinde ele alınır. Nevi’nin,
“Ten ü cân Kâ’be-i maksûdun özler­ler misafirdir.
Demezler râh-ı aşk içre giden gitsin kalan kalsın” beytinde görül­düğü gibi can, aşk yolunda konup göçen bir yolcu olarak zikredilirken bir taraf­tan da gelip geçici olduğuna dikkat çeki­lir. Çünkü İslâmî İnanışa göre can da ten de Allah’ın insana emanetidir. Vakti ge­lince can kuşu (mürg-i cân) Azrail’in tuza­ğına (dâm-ı ece!) düşecek ve onun tarafın­dan avlanacaktır. Ayrıca can uçucu olu­şundan dolayı kebûter, bülbül, tûtî, hüd-hüd ve kumru gibi kuşlara benzetilerek bunlarla ilgili çeşitli vasıflarla anılır. Divan şairleri nazarında âşığın en de­ğerli varlığı can nakdidir. Can nakit olun­ca ten de meta olarak alınır. Bunun tersi, yani can meta olduğunda ise sevgili onun müşterisi şeklinde tasavvur edilir. Nakit her an kullanmaya hazır bir değer ve sermaye olduğu için sevgisi veya sevgi­lisi uğruna âşığın verebileceği, vermek­ten çekinmeyeceği, bu yolda hesapsızca harcayacağı, kurban ve feda edeceği en değerli varlığıdır. Gerçek aşk ve âşık can­dan geçebilmekle ölçülür.(DİA, Can maddesi) Tasavvufta ise aynı kavram(can), ba­zan Allah anlamında, bazan Resûlullah, bazan da şeyh için kullanılmıştır.
Ne çâre var ki firâkunla eglenem bir dem
Ne tâli’üm meded eyler visâle fırsat olur
Ne senin ayrılığın yüzünden bir an oturup kalmanın çaresi var ne de talihim yardım eder de sana kavuşma fırsatı bulabilirim.
Şair, daima sevgiye kavuşma sancısı çeken aşığın sıkıntısını yolda giden yolcuya teşbih ederek anlatmaya çalışıyor.
Ne şeb ki kûyuna yüz sürmesem o şeb ölürüm
Ne gün ki kâmetüni görmesem kıyâmet olur
Hangi gece bulunduğun yerlere yüzümü sürmesem o gece ölürüm. Hangi günde selvi boyunu(kametini) görmesem benim için kıyamet olur.
Aşık, sevgilinin varlığıyla varlığının farkında olur; aksi halde kendisinin yürüyen ölü olduğunu düşünür. Çünkü aşık için kıyametin kopuşu demektir, sevgilinin boyunu bosunu göremediği gün. Onun endamıyla kendi dünyasının harap olmasını engeller.
Kamet: Boy. Boy-bos. Endam.
Dil ise gitdi kesülmez hevâ-yı aşkundan
Nasîhat eyledüğümce beter melâmet olur
Gönül ise elden giden aşkının arzusundan bir türlü vazgeçmiyor, ben nasihat ettikçe o daha beter rezil oluyor.
Melamilere telmihte bulunarak aşkından kınanmışlığı, rezil ü rusva olmayı gönül tercih ediyor olmasından serzenişte bulunuyor. Aşık, aslında bu duruma düşmemek için gönüle çok nasihatler etmiş ama bu ters tepmiş ve daha da beter olmuş. Çünkü bu gönülde attık aşktan ziyade heva-yı aşk varmış. Dolayısıyla heva bir kuş misali yerinde durmayıp uçuyor tasvirini bize çiziyor şair.
Belâ budur ki alışdı belâlarunla gönül
Gamun da gelse bâ’is-i meserret olur
Asıl belâ şu ki gönül belâlarınla alıştı. Şimdi gönüle gamın da gelse sevinç sebebi oluyor.
Gönül aşk derdiyle sürek­li âh edip İnlediğinden ney, tambur, ud gibi müzik aletlerine de teşbih edilir. Hazine veya definelerin viranelerde bu­lunmasından hareketle gönül de sevgi­linin aşkını veya hayalini hazine gibi ken­dinde saklayan bir virane şeklinde ta­savvur edilir: “Bu hârâbatta sabit ola­mam sultânım/
Dil-i viranemi yapsan da yıkılsam gitsem” (Sabit)
Gönül için en çok kullanılan sıfatlar perişan, kaygılı, hayran, zâr, bîçâre, harap, sergeş-te, sadpâre, şikeste ve gamgîndir.”(DİA, Gönül maddesi) Ama aşık olan gönül, ne kadar gamlı da olsa ela gözlü güzel, şehla bakışlı sevgiliden gelen belaları, bela değil aksine sevinç vesilesi sayar.
Nedür bu tâli’ ile derdi Nef’î-i zârun
Ne şûhı sevse mülâyim dedükçe âfet olur
Bu talihsiz ve zavallı Nef’î’nin çektiği dertler nedir? Hangi güzeli sevse ona yumuşak huylu ve uysal dedikçe bir afet kesiliyor.
Şuh: f. Şen ve hareketlerinde serbest olan. * Nazlı, işveli. * Açık saçık, hayasız. Oynak.
Bu gönül için zavallı aşık Nef’i ne yapsa hep tersiyle karşılaşmış, kaderinde bu kederle yaşamak varmış. O da en sonunda artık bu tersliğe alışmış ve bundan sevinç duyma yolunu tercih etmiş. Çünkü aşık ne yapsa olmamış. Sevgiliye mülayim demiş, başına afet kesilmiş; nasihat etmiş, daha beter olmuş. Tüm bu dertlerin nedeni ise aşığın sevgiliden firaka dayanamaması, vuslatı arzulaması, gönlünün bir maşuka bağlanması imiş. En sonunda aşık gam ve kederi kaderi kabul etmiş ve hatta bais-i meserret saymış.
İşte aşk buna derler.

Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

The Reflection Cafe

Site İstatistikleri

Locations of visitors to this page

 

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı