24 Mayıs 2011 Salı

Orhan Gencebay’ın Şarkılarında Klasik Şiir (Divan) Etkisi

Muhammet KUZUBAŞ
Ondokuz Mayıs Üniversitesi
Türkoloji Araştırmaları Dergisi
c.2, s.3 – Yaz 2007 (s.392-406)
Özet
Orhan Gencebay, Türk müziğinin son 30-35 yılına damgasını vurmuş önemli sanatçılarımızdan birisidir. Orhan Gencebay’ın bu kadar yıl boyunca pek çok halk kesimi tarafından büyük bir ilgi ve beğeniyle izlenmesi, şüphesiz ki üzerinde düşünülmesi ve tartışılması gereken bir konudur. Gayr-ı ahlâkî tavırlarla popüler olunmaya ve zirvede kalınmaya çalışıldığı, şarkı sözlerinin ve izleyiciye sunuş biçiminin erotizmle birleştirilerek sanat ve sanat eseri kavramlarının farklı boyutlara çekildiği bir ortamda, bu kadar yıl sadece sesi ve şarkılarıyla kendini gösteren ender kişilerden biridir Orhan Gencebay. Bu yazıda, yıllar öncesinin Orhan Abi’sinin, bugünlerin Orhan Baba’sının şarkıları ile klâsik şiirimiz arasında dikkat çeken benzerlikler ortaya konmaya çalışılmıştır.
Orhan Gencebay’’ın müziği, zaman zaman arabesk müzik olarak nitelendirilse de o, bu nitelendirmeyi hiçbir zaman kabul etmemiştir. Kültürel altyapı, geniş bir toplum kesimine hitap etme, toplumun ortak duygu ve düşüncelerini yansıtma vb. gibi ögeler, bir sanat eserini veya sanatçıyı zirvede tutan en önemli etkenler arasında sayılabilir. Belki de Orhan Gencebay’ı başarılı kılan da bu özelliklere sahip olmasıdır. Çünkü Orhan Gencebay’ın şarkı sözleri dikkatle incelendiğinde, dizelerin arkasında çok geniş bir şiir kültürünün olduğunu tespit etmek pek de zor olmayacaktır. Bu düşünceden yola çıkarak, Orhan Gencebay’ın, sözlerini kendi yazdığı şarkıların dizeleri arasında dolaşmaya ve bu dizelerin arka planında yatan şiir kültürünü ortaya koymaya çalışacağız.
Orhan Gencebay’ın şarkılarına genel olarak bakıldığında klâsik Türk şiirinde hakim olan pek çok hayale, duygu ve düşünceye rastlamak mümkün olacaktır. Aşk, âşık, maşuk, dert, çile, vefa, şarap, meyhane, felek vb. ögeler, klâsik şiirimizin temel konuları olduğu kadar, Orhan Gencebay’ın şarkılarının da temel konuları sayılabilir. Bu noktada, sanatçının şarkılarından seçtiğimiz bölümlerle, bunların klâsik şiirimizde nasıl karşılık bulduklarına bakalım:
İlk olarak Leyla ile Mecnun hikayesinden başlayalım. İlk örnekleri Arap ve Fars edebiyatlarında görülen bu hikaye, 14 ve 15. yüzyıldan sonra Türk şiirinin en önemli kaynaklarından birisi olmuştur. Bu iki aşk kahramanın maceraları, bir yandan pek çok mesnevinin konusunu oluştururken; diğer yandan da kasideden gazele, rubaiden şarkıya, türküden koşmaya kadar pek çok şiirde önemli bir benzetme ögesi olarak kullanılmıştır. Leyla ile Mecnun hikayelerinin en güzeli Fuzulî’nin yazdığı Leyla ile Mecnun mesnevisi olarak kabul edilir. Bu konu, şiirlerde benzetme ögesi olarak kullanıldığında ise şair genellikle kendini Mecnûn’a, sevgiliyi de Leylâ’ya benzetir. Sevgiliye olan aşk uğrunda çekilen çileler ve yapılan mücadeleler, Mecnun’la kıyaslanır.
Nice bir vâdî-i gamda dil-i mahzûn yerine
Bağlamaz ol saçı Leylî beni Mecnûn yerine1
“Hüzünlü gönlüm ne kadar gam vadisinde olursa olsun (yani sevgili uğruna sıkıntı ve dert çekerse çeksin) Leyla2 gibi saçları olan sevgili beni Mecnun olarak kabul etmez.”
Şairlerimiz bazen de, aşk ve aşk uğrunda çekilen sıkıntılar konusunda Mecnun’dan daha üstün olduklarını söylerler:
Bende Mecnûndan füzûn âşıklık istidâdı var
Âşık-ı sâdık benem Mecnûnun ancak adı var3
Orhan Gencebay’ın Leyla ile Mecnun adını taşıyan şarkısı, klâsik şiirimizde anlatılan Leyla ile Mecnun hikayeleriyle büyük bir uyum içerisindedir. Klâsik Leyla ile Mecnun mesnevilerinde anlatılan hikayelerin özeti kısaca şöyledir:
Arabistan’da Beni âmir kabilesinden Kays ile Leyla daha çocukken birbirlerini severler. Halk arasında çeşitli dedikodular yayılmaya başlayınca, annesi kızını çadırına kapatır. Sevgilisini göremeyen Kays, üzüntüsünden kendinden geçer ve çöllerde dolaşmaya başlar. Kays’ın kendinden geçmiş bu hali onun Mecnun (cinlenmiş, deli) diye anılmasına vesile olur. Mecnun’un babası, oğlunun durumuna çok üzülür ve Leyla’yı babasından ister. Leyla’nın babası, bir deliye verecek kızımız yok diyerek onları elleri boş gönderir. Bu haber Mecnun’u daha da perişan eder. Gece gündüz derbeder bir şekilde dolaşan Mecnun’un ağlamaktan gözleri kanlanmıştır. Mecnun, iyileşmesi için dua etmek üzere Kabe’ye götürülür. Ancak Mecnun, Kabe’ye gelince aşkının daha da artması için dua eder. O artık sevgilinin derdiyle mutlu olmaktadır. Çöllerde yabani hayvanlarla dostluk kurmakta, bu arada da yanık aşk şiir şiirleri söylemektedir. Mecnun’un bu haline üzülen Nevfel adında bir Arap beyi, Mecnun adına kızı babasından tekrar ister. Kızın babası yine red cevabıverince, Nevfel askerlerini toplayarak Leyla’nın kabilesine savaş açar. Amacı Leyla’yı zorla da olsa alıp Mecnun’a götürmektir. Bu haberi işiten Mecnun, savaşta Leyla’nın kabilesinin galip gelmesi için dua eder. Nevfel ilk savaşta yenilir, ancak ikinci savaşta galip gelir. Fakat, Mecnun’un duasını duyunca kızı almadan geri döner. Bu arada Leyla’yı İbni Selam adında biriyle evlendirirler. Leyla, bir yalan uydurur ve zifaf gecesinde İbni Selam’a kendisinin bir cinle evli olduğunu, kendisine el sürmesi halinde ikisinin de öleceğini söyleyerek İbni Selam’ın kendisine dokunmasını engeller. Bir müddet sonra İbni Selam ölür, Leyla da Mecnun’u aramaya çıkar. Mecnun’u perişan ve tanınmaz bir halde bulur. Onunla visale ermek ister. Ancak Mecnun, mecazi bir aşkın peşinde olmadığını, maddi varlıklarla ilişkisini kestiğini, Leyla ile kendisinin artık tek bir beden olduğunu söyleyerek onu reddeder. Mecnun burada mecazi aşktan ilahî aşka ulaştığını vurgular. Ümitsizce geri dönen Leyla bir müddet sonra ölür. Sevgilisinin ölüm haberini alan Mecnun, onun mezarına koşar ve “Leyla! Leyla!” diyerek oracıkta can verir.4
Yukarıda anlatılan hikaye ve genel Leyla-Mecnun anlayışıaçısından Orhan Gencebay’ın aşağıdaki şarkısı arasında büyük bir örtüşme vardır. Gencebay’ın şarkısında da Leyla ile Mecnun’un gönülleri sevgiyle, dertle dolmuş; aşk maceraları dillere destan olmuştur. Mecnun, kanlı göz yaşları dökmüş, dünyada sevgilisine kavuşamamış, mahşerde kavuşmayı tercih etmiştir. O, çöllerde “Leyla!” diyerek dolaşmış; her sözü, her feryadı, gecesi-gündüzü “Leyla” olmuştur:
LEYLA İLE MECNUN
Bir feryat yıllarca cevapsız kaldı
Öyle bir feryat ki bu duyan ağladı
Hasret dolu çile dolu sevgi dolu dert dolu
Böyle aşk dünyada hiç yaşanmadı
Hasret dolu çile dolu sevgi dolu dert dolu
Böyle aşk bir daha yaşanmadı
Aşkımın gözyaşları tek ümidim hala
Döktüğüm kanlı yaş yalnızlık ne bela
Mahşerde seninim leyla leyla leyla leyla
Ölmek bir son değil bize seven ölümsüzdür Leyla
Dünya durdukça biz varız sevdikçe leyla biz varız leyla
Bir efsane olduk dertli çilede
Hep sordular mecnun leylan nerede
Dedim ki leylam benim feryadımda
Kaderimde kederimde son nefesimde
Hep sordular mecnun leylan nerede
Dedim ki leylam benim gündüzümde hem gecemde
Kaderimde kederimde her nefesimde
Mahşerde seninim leyla leyla leyla leyla
Ölmek bir son değil bize seven ölümsüzdür Leyla
Dünya durdukça biz varız sevdikçe leyla biz varız leyla
Yukarıda da değinildiği üzere, Leyla çölde Mecnun’u perişan bir halde bulunca, Mecnun onunla visale ermeyi reddetmiştir. Çünkü Mecnun, Leyla ile tek beden haline geldiğini (ki buna tasavvufta vahdet denir) söyler ve Leyla’yı çaresiz bir şekilde geri gönderir. Sevgiliyle tek bir beden olma hayali Orhan Gencebay’ın bir başka şarkısında şu şekilde yer bulur:
Bazen bana öyle yakın öyle cansın ki
Ben bedenim sense ruhum öyle bensin ki
Makalenin tamami icin tiklayiniz.

Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

The Reflection Cafe

Site İstatistikleri

Locations of visitors to this page

 

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı