27 Eylül 2010 Pazartesi

Elif Şafak’ın Aşk Romanında Tasavvuf

flickr.com
Mehmet Bakır ŞENGÜL
Bitlis Eren Üniversitesi
Turkish Studies
C.5, S.2, Bahar 2010


ÖZET
Tasavvuf; kaynağı, gelişimi ve yaklaşım biçimi itibariyle sürekli olarak tartışmaların odağında olmuştur. Her şeyde yaratıcının yansımasını arayan tasavvuf, sevgi ve hoşgörü odaklı bir geleneğe sahiptir. İnsanlığın gelişim sürecinde gizemli unsurların ilgi çekiciliği, tasavvufta da kendisini göstermiş ve etkisinin dönüştürme gücü, ilgili olsun veya olmasın herkeste, tasavvufa karşı bir merak uyandırmıştır.

Türk romanının son zamanlardaki önemli isimlerinden olan Elif Şafak’ın, son romanı Aşk (2009), odağa aldığı tasavvufî düşünce ekseninde, aşkı ve kişisel özgürlüğü önceleyen bir kurguya sahiptir. Roman, biri 13. diğeri, 21. yüzyılda geçen iki farklı kurguya sahiptir. Romanda Ella’nın yalnızlığı, arayışları ve aşkı kovalaması ile Mevlana ve Şems’in 13. yüzyılda yaşadıkları tasavvufî aşk yolculuğu, birlikte ilerler. 13. yüzyılda geçen kurgu, kendi içinde bağımsız bir içerikle diğer kurguyu etkileyerek bazen de dönüştürerek varlığını sürdürür.

Romanda Mevlana üzerinden, tasavvuf ve hoşgörü konuları okurun dikkatine sunulur. Tasavvufun aşamaları, kişisel gelişim ve dönüşüm üzerindeki etkileri ve dünyada kitleleri etrafında toplama amacında olan bir dil kurma arzusu, Şafak’ın, Aşk romanında tasavvufla ilgili öne çıkardığı başlıklardır. Yazar, eserinde öncelikle tasavvuf literatürüne bağlı kalmış ve Mevlana döneminin dil özelliklerini yansıtmaya çalışmıştır. Bu çalışmada, Elif Şafak’ın anılan romanındaki tasavvufî unsurların işleniş biçimi, bunun kişilerdeki yansımaları ve Mevlana döne-minde yaşanan aşkın romanda ele alınışı irdelemektedir.

...




6. Mevlana, Aşk ve Semâ

Yazar, romanda Mevlana’dan bahsederken Mevlana’nın yaşadığı dönem olan 13. yüzyıl ile günümüzü karşılaştırarak, her iki dönemde yaşanan dini ihtilaflar ve kültürel çatışmalar üzerinde durur. Özellikle 13. yüzyılın içinde bulunduğu dini, siyasi çatış-malar, Moğol İstilasının sebep olduğu kaos ve Anadolu’nun irili ufaklı Türk Beylikleri tarafından yönetilmesinin getirdiği ayrışma, dönemin içinde bulunduğu olumsuz atmosferi yansıtır.

Mevlana, bu karışık tabloda, Konya’da yaşayan bir din bilgini olarak karşımıza çıkar. Klasik dini anlayışla yaşamına devam eden Mevlana, Şems ile karşılaşmasından sonra, ‚alışageldik tüm kurallardan çıkmaya cüret ederek adanmış bir gönül ehli, aşkın ateşli savunucusu, semanın yaratıcısı ve tutkulu bir şairi‛ (38) noktasına gelir. Mevlana, geride bıraktığı eserleriyle daha sonraki nesillerin ‚İslam âleminin Shakespeare’i ‚ (38) olarak tanıyacağı hoşgörülü, insanları evrensel değerler etrafında birleştirmeye çalışan, barışçıl bir kimliğin sahibi olur.

Meyerovitch’in Mevlana ile ilgili kendisiyle yapılan röportajlardan oluşan‚ İslâm’ın Güleryüzü‛ (1998) kitabının adı ve içeriği, Şafak’ın anlatımıyla zihinlerde şekillenen Mevlana’nın din anlayışı arasında bir uyum, dikkat çekmektedir. Bir söyleşide, Fas’ta bir ‘şeyh’i olduğu sorusuna Meyerovitch, olumlu cevap verir. Daha önce de değinildiği gibi, Zahara’nın Müslüman olmasına sebep olan tekkenin şeyhinin Fas’ta bulunması, bu uyumun / etkinin bir başka göstergesidir. Şafak, Mevlana’nın ‚nicelerinin ‘kâfirlere karşı savaşmak’ olarak tanımladığı zahiri bir cihaddansa, insanın kendi içine yönelerek olgunlaşmasını hedefleyen bâtınî bir cihat üzerinde‛ (38) durduğunu söyler. Herkese kapısını ardına kadar açık tutan Mevlana, evrensel barışın temsilcisi olarak karşımıza çıkar.

Mevlana’nın Mesnevi ve Divan-ı Kebir adlı eserleri, tamamen ‘aşk’ ve ‘gönül’ kavramları etrafında örülmüştür. Mevlana, ‚güzelliği her yerde, bakir doğada, insanın varlığında ve sanatta bulur‛ (Nasr, 1992: 167–168). İslam inancına göre Allah, insanı en güzel şekilde (ahsen-i takvim) yaratmıştır. Sonra, kendi ‘Ruhundan üfleyerek’ ona can vermiştir. İnsan ruhu, ruhlar âleminde Allah’ın : ‚Elestü bi-rabbikum / Ben sizin Rabbiniz değil miyim?‛ sorusuna: ‚Belâ/Evet‛ cevabı vererek, Allah’ın rabliğini onayladığını, Mevlana’ya göre de ayrıca, belâ çekmeye talip olduğunu ifade etmiştir. Bu yüzden, olgunlaşmak için sıkıntılara katlanmak gerekir. Hz. Adem, kendisine yasak edilen meyveyi yiyince cennetten atılır. Mevlana’ya göre, insan cennetten atıldıktan sonra, Allah’a tekrar kavuşma -Allah’ın insana Kendi ruhundan üflemesinden dolayı, insanın tekrar özüne kavuşma- arzusu nedeniyle, hep bir eksiklik hisseder. İşte bu eksikliğini tamamlama arayışının adı aşktır. Ruh, Allah’a tekrar kavuşmak için dünya arzularından sıyrılarak, sadece Allah’a yönelmelidir. Bu yöneliş, aşk ile yapılırsa kavuşma gerçekleşir. Cennetten atılan insan, böylece asıl vatanına dönmüş olacaktır.


....

Sonuç 

Aşk romanı, Ella Rubinstein adlı Amerikalı kadın kahramanın yaşam karşısında takındığı pasif ve aktif tavırların çakışma noktalarında açığa çıkan, özgürleşme ve hayatın odağına aşkı alma mücadelesi olarak okunabilir. Romanda bunalımlarının ve arayışlarının sonucunda, duygusal açlığını gidermek için, kendisini o güne kadar adadığı ailesinin varlığını hiçe sayan bir kadının, hayatının odağına aşkı alması ve geçmişiyle hesaplaşmadan –aktifken de pasif tavır ortaya koyan- yeni bir hayata, sessizce başlaması anlatılmaktadır. Romanında, aşkın insan ruhunda meydana getirdiği depremin, hayatı yeni baştan algılama çabasına dönüşmesi, gözler önüne serilmiştir. Roman, aşkı anlatmak için kurgulanmasına rağmen tasavvufî boyut, baskın olan izlek olarak karşımıza çık-maktadır. Şafak, belirttiğine göre ilgi ve okumalarının sonucunda ulaştığı kişisel tasavvufî bakışını yansıtmıştır. Tasavvufun temel unsurları, insana ve Allah’a bakışı, felsefî temelleri ve ulaşılmak istenen evrenin görüntüsü ile ilgili tespitler ve bilgiler kurgusal zeminde işlenmiştir. Romanda, kimi zaman oluşturulmak istenen güçlü ve çevresini dönüştürme gücüne sahip Şems karakteri, kimi zaman da kurguyu tamamlamak amacıyla kısmen yapay bir gö-rüntü çizen Çömez tipi ve daha çok hayatın içinden tipler, tasav-vufî izlekte karşımıza çıkmaktadır. Genel olarak 13. yüzyıl Konya’sının sosyal hayatı, insanların çekişmeleri, çıkar çatışmaları, değer yargıları, kültürel ve dini atmosfer, sıradan insanların yaşam biçimleri başarılı bir şekilde sunularak, okurun ilgisi bu kurguda da canlı tutulabilmiştir. 

13. yüzyıldaki kurgunun olay örgüsü, çoğunlukla, tarihi dokuya bağlı kalarak ilerler. Ancak, edebi metnin kurgusal özelliğinden kaynaklanan bakış, kimi tartışmalı durumların açığa çıkmasına neden olmuştur. Şems karakteri, hem olay örgüsünün hem de tasavvufî izleğin odağında verilmiş ve bazen aşırı hoşgörüsüyle bazen de aşırı tahammülsüzlüğüyle ön plana çıkmıştır. Şems’in kişiliğindeki bu uç noktalar, tasavvufun yansımaları olarak sunulduğundan zihinlerde Şems ve Mevlana’dan ziyade, tasavvuf ile ilgili görüntüsel bir şaşkınlık oluşmuştur. Tasavvufun temel referansı olan İslamilik, Aşk’ta hoşgörü ve hümanizm olarak karşımıza çıkar. Yazar, böyle yaparak, tasavvufa ve özellikle Mevlana’ya olan ilgiyi artırmayı amaçlamış olmalıdır. Dikkatle bakıldığında bunun, kısmen de olsa tasavvufun içini boşaltan bir yaklaşım olduğu görülür. 

Tasavvufun temel kavramlarından olan sevgi ve aşk, yazar tarafından, hem hayatın hem de tasavvufun odağında olacak şekilde sunulmuştur. ‚Başlı başına bir dünyadır aşk. Ya tam ortasındasındır, merkezinde, ya da dışındasındır, hasretinde‛ (415) şeklinde, Şems’in sözleriyle son bulan romanda, Ella’nın insani aşkı ve -örtük olarak ifade edilen- daha sonra ilahi aşkı, hayatının odağına alması ve bunun sonucunda yaşadığı dönüşüm ifade edilmiştir.


Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

The Reflection Cafe

Site İstatistikleri

Locations of visitors to this page

 

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı