NTV/İSTANBUL - Geçtiğimiz yıldan beri gündemden düşmeyen Mahalle Baskısı kavramını ortaya koyan Şerif Mardin, geçtimiz haftasonu SORAR’ın (Sosyal Sorunları Araştırma ve Çözüm Derneği) düzenlediği toplantıda, kavramı daha yeni yeni tartışmaya başladığımızı, anlamak için de daha zamana ihtiyaç duyulduğunu söylemişti. Ruşen Çakır’ın moderatörlüğünde ve Mardin'in yanı sıra beş akademisyenin katılımıyla düzenlenen toplantıda Mardin, ne demek istediğini biraz daha açtı. Geçtiğimiz günler boyunca da basın ve medyanın gündeminden düşmedi.
Ruşen Çakır ve Mirgün Cabas tarafından hazırlanıp sunulan ve Şerif Mardin’in öğrencilerinden gazeteci yazar Cüneyt Ülsever’in konuk olduğu dünkü Yazı İşleri programında da konu başlıklarından biri yine ‘Mahalle Baskısı’ydı.
Ülsever, Mardin için “Taraf olduğu bir tek alan vardır, bilim adamlığı” ifadesini kullanırken, İslami kanadın ve Kemalist kanadın “ayrışımdan çok, düşünce metodolojisinde, felsefe ve fikir yürütme yoksunluğunda birleştiğini” öne sürdü: “Felsefesizliğe delalet tavırlar, her iki tarafın da en büyük yanılgısıdır. Akıl yürütememe, analitik düşünememe hallerinin neticesinde, fikir yürüten birilerinin yaptığı analizleri, işlerine geldiğince kullanıyorlar.”
Gazetele manşetlerinin ve köşe yazılarının değerlendirilip yorumlandığı programda Ruşen Çakır da toplantıda söylenenleri herkesin işine göre alıntılayıp yorumladığına dikkat çekti. Dinci basının, Mardin’in sözlerini laik kesim için alınması gereken dersler olarak sunduğunun altını çizen, Çakır, Şerif Mardin’in İslam’daki dönüşümle ilgili sözlerine hiç değinilmediğini hatırlattı.
Felsefi açıdan her iki kanadın da eksiklerinin altını çizen Mardin, toplantıdaki konuşmalarında, 20. Yüzyıl’ın “her türlü tam sofu”nun devri olduğunu düşündüğünü, İslam dünyasında da ulemanın ortadan kalkmasıyla İslamı bildiklerini sanan yüzbinlerce insanın ortaya çıktığını söylüyor, politikanın ince dini fikirlerin geliştirilmesi için iyi bir platform olmadığının altını çiziyordu:
* Siyasi partilerde kariyer yapmaya karar veren insanlar sofistike insanalr değildir; basit insanlardır. Kusura bakmasınlar, genel bir suçlama gibi bir şey oldu ama orada bir şey görüyorum. Ben buna inanıyorum. 20. Yüzyıl tam basitçilerin. 20. Yüzyılda her türlü ham sofunun çok daha büyük miktarda ortada dolaştığına inanıyorum.
* Dünya iktisadıyla İslam’ın bir kompromiye girmiş olması, İslam’ı birçok yerde zorluyor. O zorlamasının bir nevi kompansasyonu gibi bir şey de var toplumun içinde ve demokratikleşmenin İslamla ilgili doğrudan bir bağıntısı var o açıdan. Yani türbanın belki bir nevi telafi etme, yani kayıpları telafi etme yönü olarak görülmesi lazım. İslamın kayıpları da şuradan ortaya çıkıyor; kompromi yapmaya mecbur olması ve aynı zamanda da İslam kesiminde çok ince düşünen bir sınıfın ortadan kalkıp da İslamcıların da bu işleri çok basit bir şekilde ortaya atan, medyaların içinde çok bulduğumuz kimseleri kendilerinin olarak takdim etmeleri zorunluluğu.
* İki şeyi unutmamak lazım. Mahalle baskısının Karaosmanoğlu’nun bahsettiği şekliyle bugün bahsettiği şekli arasında çok fark var. Çünkü o parametrelerin içine bir kere dünya iktisadiyatı girdi, modernleşme meselesinin kendine mahsus bir takım ögeleri girdi, yani bütün bunlarla karşılaşmış olan ve onlara karşı bir reaksiyon göstermiş olan bir İslamla karşılaşıyoruz. (...) Yani şunu demek istiyorum; mahalle baskısının ne olduğunun anlaşılması aslında uzun vadeli tartışılması gereken ve sonuçları ortaya çıkacak olan bir şeydir. Şundan dolayı en basitinden: Mahalle baskısının 80 yıl önceki şekli bugünkü şekli değil ve bana öyle geliyor ki bunun bütün yönlerinin nasıl çalıştığını önce bir anlayalım, ondan sonra mahalle baskısının ne olacağını bileceğiz. Ben burada bu tartışmaya konacak olan öğeleri çok kesik kesik bir şekilde anlattım. Orada zamanın geçmesi var, müesseselerin değişmesi var, hangi müesseselerin eski müesseselerin değerlerini devraldıkları var. Şimdi, belediyeler hakkında konuşmadım. Fakat belediyelerdeki bir çeşit aç gözlülük gelişmelerini ve çalışmalarını oradaki İslamla nasıl bağdaştırıyorlar? Yani o da bileceğimiz bir şey. Çünkü bu aç gözlülüğün aslında tamamen İslam karşıtı bir şey olduğu çok açık. Bunun nasıl ikisini birden yaşatabiliyorlar falan; her biri çok zor olan bu gibi konuların teker teker ortaya çıkarılması gerekir.
Ruşen Çakır ve Mirgün Cabas tarafından hazırlanıp sunulan ve Şerif Mardin’in öğrencilerinden gazeteci yazar Cüneyt Ülsever’in konuk olduğu dünkü Yazı İşleri programında da konu başlıklarından biri yine ‘Mahalle Baskısı’ydı.
Ülsever, Mardin için “Taraf olduğu bir tek alan vardır, bilim adamlığı” ifadesini kullanırken, İslami kanadın ve Kemalist kanadın “ayrışımdan çok, düşünce metodolojisinde, felsefe ve fikir yürütme yoksunluğunda birleştiğini” öne sürdü: “Felsefesizliğe delalet tavırlar, her iki tarafın da en büyük yanılgısıdır. Akıl yürütememe, analitik düşünememe hallerinin neticesinde, fikir yürüten birilerinin yaptığı analizleri, işlerine geldiğince kullanıyorlar.”
Gazetele manşetlerinin ve köşe yazılarının değerlendirilip yorumlandığı programda Ruşen Çakır da toplantıda söylenenleri herkesin işine göre alıntılayıp yorumladığına dikkat çekti. Dinci basının, Mardin’in sözlerini laik kesim için alınması gereken dersler olarak sunduğunun altını çizen, Çakır, Şerif Mardin’in İslam’daki dönüşümle ilgili sözlerine hiç değinilmediğini hatırlattı.
Felsefi açıdan her iki kanadın da eksiklerinin altını çizen Mardin, toplantıdaki konuşmalarında, 20. Yüzyıl’ın “her türlü tam sofu”nun devri olduğunu düşündüğünü, İslam dünyasında da ulemanın ortadan kalkmasıyla İslamı bildiklerini sanan yüzbinlerce insanın ortaya çıktığını söylüyor, politikanın ince dini fikirlerin geliştirilmesi için iyi bir platform olmadığının altını çiziyordu:
* Siyasi partilerde kariyer yapmaya karar veren insanlar sofistike insanalr değildir; basit insanlardır. Kusura bakmasınlar, genel bir suçlama gibi bir şey oldu ama orada bir şey görüyorum. Ben buna inanıyorum. 20. Yüzyıl tam basitçilerin. 20. Yüzyılda her türlü ham sofunun çok daha büyük miktarda ortada dolaştığına inanıyorum.
* Dünya iktisadıyla İslam’ın bir kompromiye girmiş olması, İslam’ı birçok yerde zorluyor. O zorlamasının bir nevi kompansasyonu gibi bir şey de var toplumun içinde ve demokratikleşmenin İslamla ilgili doğrudan bir bağıntısı var o açıdan. Yani türbanın belki bir nevi telafi etme, yani kayıpları telafi etme yönü olarak görülmesi lazım. İslamın kayıpları da şuradan ortaya çıkıyor; kompromi yapmaya mecbur olması ve aynı zamanda da İslam kesiminde çok ince düşünen bir sınıfın ortadan kalkıp da İslamcıların da bu işleri çok basit bir şekilde ortaya atan, medyaların içinde çok bulduğumuz kimseleri kendilerinin olarak takdim etmeleri zorunluluğu.
* İki şeyi unutmamak lazım. Mahalle baskısının Karaosmanoğlu’nun bahsettiği şekliyle bugün bahsettiği şekli arasında çok fark var. Çünkü o parametrelerin içine bir kere dünya iktisadiyatı girdi, modernleşme meselesinin kendine mahsus bir takım ögeleri girdi, yani bütün bunlarla karşılaşmış olan ve onlara karşı bir reaksiyon göstermiş olan bir İslamla karşılaşıyoruz. (...) Yani şunu demek istiyorum; mahalle baskısının ne olduğunun anlaşılması aslında uzun vadeli tartışılması gereken ve sonuçları ortaya çıkacak olan bir şeydir. Şundan dolayı en basitinden: Mahalle baskısının 80 yıl önceki şekli bugünkü şekli değil ve bana öyle geliyor ki bunun bütün yönlerinin nasıl çalıştığını önce bir anlayalım, ondan sonra mahalle baskısının ne olacağını bileceğiz. Ben burada bu tartışmaya konacak olan öğeleri çok kesik kesik bir şekilde anlattım. Orada zamanın geçmesi var, müesseselerin değişmesi var, hangi müesseselerin eski müesseselerin değerlerini devraldıkları var. Şimdi, belediyeler hakkında konuşmadım. Fakat belediyelerdeki bir çeşit aç gözlülük gelişmelerini ve çalışmalarını oradaki İslamla nasıl bağdaştırıyorlar? Yani o da bileceğimiz bir şey. Çünkü bu aç gözlülüğün aslında tamamen İslam karşıtı bir şey olduğu çok açık. Bunun nasıl ikisini birden yaşatabiliyorlar falan; her biri çok zor olan bu gibi konuların teker teker ortaya çıkarılması gerekir.
NTV’DE YAYINLANAN ‘NE DEMEK İSTEDİM’ TOPLANTISININ TAM METNİ
(Konuklar: Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şerif Mardin, Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Binnaz Toprak, Uludağ Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Yaşar Sarıbay, Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fuat Keyman, Muğla Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Necdet Subaşı ve Başkent Kadın Platformu Üyesi Dr. Hidayet Şefkatli Tuksal)
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder