6 Şubat 2008 Çarşamba

"Edebiyatta Nazım Hikmet ve Necip Fazıl kardeştir"

Medyanın aklına Fazıl Say'ın ilginç açıklamalarından sonra geldi ama Ahmet Mithat'ın unutulmaz eseri Felatun Bey ve Rakım Efendi'den beri varolan bir meseledir 'modern-muhafazakar' tartışması. Çözümü ise ikisinin arasında “gri bir alan” oluşturmaktan geçer Hilmi Yavuz'a göre. Ünlü Şair'le edebiyatçılarımızın ayak izlerine basarak modernliği ve gelenekselliği sorguladık.
.
Cumhuriyet tarihi boyunca devam eden "laik-muhafazakar" ya da "Batılı- geleneksel" saflaşması 2007 yılının en çok tartışılan gündemiydi. Daha çok siyasi alanda süren tartışmalar ilk kez Fazıl Say'ın açıklamalarıyla kültür-sanat ortamına da yansıdı.
.
Yaşanan bu tartışma "safları" iyiden iyiye hareketlendirdi. Ancak siyasi saflaşmanın tozu dumanı arasında sağlıklı bir tartışma zemini oluşturulamadı. Bu tartışma, Fazıl Say'ın kurduğu yüzeysel cümlelerin çok ötesinde bir anlam ifade ediyor aslında. Mesele Kültür Bakanı Ertuğrul Günay'ın girişimiyle şimdilik tatlıya bağlanmış görünse de bu tartışmadan geriye konuşulması gereken önemli bir konu kaldı: Türkiye tarihinin derinliklerinden gelen ve edebiyatımızda ilk kez Ahmet Mithad Efendi'nin unutulmaz eseri Felatun Bey ve Rakım Efendi'de vücut bulan "modern-geleneksel" saflaşması.
.
Ahmet Mithad Efendi'den günümüze uzanan bu kadim meseleyi Hilmi Yavuz'la konuştuk."Batıcı Felatun" ve "Geleneksel Rakım" arasında gri bir alanın oluşturulmasını savunagelen Hilmi Yavuz'la, edebiyat tarihimizdeki siyasi saflaşmaları, her iki kesimi tanımlamak için kullanılan sembolleri, modernliği ve gelenekselliği sorguladık. Necip Fazıl'dan, Nazım Hikmet'e, Ahmet Hamdi Tanpınar'dan Yahya Kemal'e "gri bölge"de duran edebiyatçıların ayak izlerini takip ettik.
.
NAZIM'IN SÜLEYMANİYESİ
Nazım Hikmet, ölümsüz eseri Şeyh Bedrettin Destanı matbaa makinesinde dönerken, Türk-İslam kültüründen indirdiği destana yönelik Komünist Partisi'nden gelebilecek "milliyetçilik" eleştirilerine peşinen cevap vermek amacıyla bir "ek" yazmıştı. Bu eserde, evinin penceresinden görünen Süleymaniye Camii'ni neden sevdiğini uzun uzun anlatan Nazım, Süleymaniye gibi bir şaheseri inşa eden millete mensup olmaktan gururlandığını söylüyordu partisine. Komünist bir şairin Süleymaniye sevgisini gri bölgeye örnek gösterebilir miyiz diye sorduğumuz Hilmi Yavuz, edebiyat tarihinden başka bir anekdotla cevap verdi: "Yahya Kemal ve Mehmet Akif arasında Müslümanlık konusunda bir değerlendirme yapması için Sermet Sami Uysal bir soru soruyor Yahya Kemal'e: 'Üstadım siz de Müslümansınız Mehmet Akif de aranızda ne fark var?' Yahya Kemal şöyle diyor: 'Akif İslam akaidinin şairidir ben İslam medeniyetinin' Akif için Süleymaniye öncelikle bir ibadet yeridir ama Yahya Kemal onda plastik bir mükemmelik de görür. Nazım Hikmet de öyle. Türkiyeli bir edebiyatçının hem Mehmet Akif, hem Yahya Kemal hem de Nazım Hikmet gibi bakabilmesi lazım."
.
Hilmi Yavuz'un kastettiği gri alan siyasi saflaşmaların ötesinde entelektüel donanım ve yaşama biçimleriyle ilgili. "Enteleküel tarihimizle örtüşmeyen bir bölünme içindeyiz" diyor Hilmi Yavuz. Çünkü entelektüel tarihimiz bize diyor ki; "Siz 1800'lerden bu yana modernleşme süreci içine girdiniz ama geleneksel normlarınızı da korudunuz" Dolayısıyla Türkiye'de modernizmin ve gelenekselliğin hem birlikte yaşadığı, hem de birlikte yaşamak zorunda olduğu bir entelektüel alan oluştu. Hilmi Yavuz'a göre bu sentezi gerçekleştirdiğimizde Türkiye'de bir kültür devrimi yaşanır. Bugün içine girdiğimiz kısır tartışmalardan kurtulmanın yolu da bu entelektüel derinliği yakalamaktan geçiyor. Türkiye sorunlarını yalnızca iktisadi ve siyasi olarak tasnif ettiği için medeniyet üzerine, kültür üzerine düşünmekten kaçınıyor.
.
ESKİ DOSTLAR, YENİ DOSTLAR
Bugün Hilmi Yavuz'un tarif ettiği gri alanı laik ve muhafazakar kesim arasında bulmaya çalışıyoruz. Geçmişteki saflaşmaların ideolojik yönünü ise komünistlik ve sağcılık oluşturuyordu. Nazım Hikmet'in karşısında Necip Fazıl, Kemal Tahir'in karşısında Nihal Atsız vardı. Bugünkü iktidar Necip Fazıl okuyarak gelişen kadrolardan oluşuyor ancak Elif Şafak, Orhan Pamuk gibi liberal hatta sol görüşlü yazarlara da teveccüh ediyor. Eski "Nazımcıların" ise bu yazarlara bakışı malum. Hilmi Yavuz'a göre kimilerince garip bulunan bu durum aslında hiç de garip değil. Hilmi Yavuz "Türkiye'yi bu aşamaya getiren bir soy ağacı var" diyerek şunları söylüyor: "Necip Fazıl ve Nazım Hikmet aynı soy ağacında kardeştir. Çünkü Nazım Hikmet de Necip Fazıl da hem kendi geleneğini, Nedim'i, Karacaoğlan'ı hem de Batı geleneğini Verlenleri, Malarmeleri Valery'leri kendi mülkü kılmıştır. Necip Fazıl'da hem Baudlaire vardır hem tasavvuf, Nazım Hikmet'te hem Rus fütüristleri vardır hem Osmanlı teşrifat dili." Bu bakış açısı geliştirilemediği için edebiyat dünyasında ilginç transfer tartışmalarının yapıldığını söyleyen Yavuz, sağcılar ve solcular arasında paylaşılamayan edebiyatçıları örnek gösteriyor: " Selahattin Hilav, Tanpınar'ın Marksizme yöneldiğini söylediğinde öyle olmadığını anlatmıştım. Bunun üzerine Ece Ayhan; "Onlar yani muhafazakarlar, Sabahattin Ali'yi transfer ettiler biz de onlardan Tanpınar'ı transfer etmiştik, sen pişmiş aşa su katıyorsun" demişti. Bu tartışma yetmişli yıllara damga vurmuştu. Daha sonra Yalçın Küçük de "Alın Kemal Tahir'i, verin Peyami Safa'yı" demişti. Oysa ikisi de yanılıyordu çünkü ismi geçen yazarların hepsi gri alandaydı yani hem geleneksel hem moderndiler."
.
ENTELİJANSİYA SÖYLEMİNİ DÜZELTMELİ
Türkiye'de Batıcı ve muhafazakar kesimi tanımlamak için bazı kavramlar kullanılıyor. "Beyaz Türkler ya da "kapının önünde ayakkabı çıkarmak" Engin Ardıç 1971 yılında Kemal Tahir'i evinde ziyaret ettiğinde "kapının önünde 35 çift ayakkabı saydım" diye yazmıştı. Hatta bu ayakkabılardan biri de Selim İleri'ye aitmiş. Peki bu kavramlar ve semboller yerli yerinde kullanılıyor mu? "Göbeğini kaşıyan adam" ya da "Büfeci İslamı" gibi kavramların dışlayıcı olduğunu söyleyen Hilmi Yavuz'a göre, gri alanı oluşturmak ve muhafaza etmek için öncelikle entelijansiyanın söylemini düzeltmesi gerekiyor. Ayakkabı çıkarmanın Müslümanlık değil temizlik belirtisi olduğunu söyleyen Hilmi Yavuz şöyle diyor, “Niçin insanlar sokaktan çamurlu mikroplu ayakkabılarla evime gelsinler. Bu sözcüklerle inşa edilmiş bir entelektüel söylem olamaz. İnsanlar hakaret eden horlayıcı sözlerle birbirine yaklaşırlarsa ara alan inşa edilmez."
.
Esafil-i Şark'ın tulumbacı sırrı
.
Hilmi Yavuz'la söyleşirken, 1990'lı yıllarda yazdığı "Fehmi K.'nın Acayip Serüvenleri" adlı kitabında anlattığı bir hikayeyi de açıklığa kavuşturalım dedik.
.
Birinci Dünya Savaşı'nın bütün acıların çekmiş bir aydın kuşağının, savaşın ardından mesken tuttuğu Beyazıd'daki Küllük Kıraatahenesi'nde Esafil-i Şark adlı bir topluluk oluşmuştu. Her biri ayaklı birer kütüphane olmasına karşın her meseleyi şakaya ve mizaha vurmaktan zevk alırlardı. Hilmi Yavuz'un söz konusu romanına göre bu grup, aralarından birine emri hak vaki olduğunda tabutunu tulumbacı raconuna uygun bir şekilde "yangın var" diye bağırıp koşturarak taşımaya söz vermişti. Nitekim grubun bazı elemanları Üsküdar'da bir kahvede otururken aralarından birinin vefat ettiğini öğrenip soluğu cenazesinde alıyor ve tabutu taşıyanların elinden kaptıkları gibi "yangın var” diye bağırarak, "yoldan geçenlerin hayret dolu nazarları arasında Karacaahmet'e doğru seyirtiyorlardı."
.
Hilmi Yavuz'a göre romanına aldığı bu tulumbacı raconuyla tabut taşıma olayı gerçekten yaşanmıştı. Ancak Hilmi Yavuz hafızasını zorlamasına rağmen tabutu taşıyan, Esafil-i Şark mensuplarının ismini netleştiremedi. Biz esrarın buraya kadar olan kısmını çözdük. Mükrimin Halil Yınanç'ın, Ali Nihat Tarlan'ın, Rıfkı Melul Meriç'in, Tarihçi Emin Ali Çavlı'nın, Hasan Ali Yücel'in, Nazmi Acar'ın devam ettiği Esafil-i Şark'ın tulumbacı raconuyla tabut taşıyan mensuplarını bilen varsa bize haber etsin.
.
.
Yeni Şafak, 06.01.2008
.

Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

The Reflection Cafe

Site İstatistikleri

Locations of visitors to this page

 

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı