BÜŞRA ARSLAN, Niğde Üniversitesi
…
Osmanlı diplomasisi İslam hukuku çerçevesinde şekillenmiş olup Tsympe (Çimpe) Kalesi’nin alınışı ile batıya yönelik bir politika izlemiştir. Çimpe Kalesi, 1352’de Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Paşa tarafından alınarak Osmanlı devleti kendinden önceki diğer küçük beyliklerden farklı olduğunu göstermiştir. Bu kale Rumeli’ye geçiş için önemli olmakla beraber Balkan devletleri için önemli bir dönüm noktası olmuştur. Kale, Osmanlı Devleti’nde Rumeli yakasından alınmış olan ilk kale olarak önem arz etmektedir. Çimpe Kalesi’nden sonra Gelibolu işgal edilmiş, Trakya beş yıl içerisinde fethedilmiştir. Bölgelere, kültürel yapılanmayı sağlamak için Anadolu’dan halk yerleştirilmiştir. Bu işgaller Osmanlı Devleti’ni Avrupa yakasında güçlü bir konuma getirmiştir.[4] Osmanlı Devleti, Rumeli yakasında aldığı bölgelerde hoşgörülü davranmış ve “istimalet”[5] adı verilen ara bulucu politika ile gayr-i Müslim halkın güvenini kazanmıştır. Bu sayede düzenli bir toplum yapısı oluşturmuştur. Osmanlı yönetimi, istimalet politikası ile İslam şeriat hükümleri çerçevesinde gayr-i Müslimlere haklar tanıyor, dinde serbestliğe izin veriyor ve köylüleri feodal yapının zararlarından kurtarıyordu. Bu sayede idari sistem sağlanıyor ve propaganda yapacak birey sayısı azaltılıyordu. İstimalet politikası, Selçuklulardan Osmanlı Devleti’ne kalmıştır. Bu politika sayesinde Osmanlı Devleti Balkanlarda uzun süre ayakta kalabilmiştir. Bunun dışında uygulanan “iskân”[6] politikası ile Rumeli yakası, yapılan göçler sayesinde Türk yurdu haline getirilmiştir. Osmanlı Devleti gelirini arttırmak için Balkanlarda bu politikayı uygulamıştır. İmparatorluk içerisinde sorun çıkaran ya da çıkarması muhtemel olan kişileri yeni fethedilen, imparatorluğun uzak köşelerine iskân politikası uygulanarak sürgün edilmişlerdir. İskân politikası uygulanan topraklar işlenmeye başlanmış ve bölgede Türklere ait şekillerden eserler yapılmıştır. Rumeli’de uygulanan iskân politikasından Müslüman halk ile Hristiyan halk bir araya getirilmemek istenmiştir. Rumeli’ye gönderilen halk öncelikli olarak başıbozuk, verimsiz toprağa sahip, kimsesiz, fakir kişilerden seçilmiştir. Ayrıca Osmanlı devleti farklı bir iskân politikası olarak Balkanlardaki Müslüman-Türk şeyhleri ve dervişleri bölgeye göndererek Hristiyan halkı etkileyerek bölgeyi fiilen fethediyordu.[7]
Osmanlı Diplomasisinin Nitelikleri
Osmanlı diplomasisi III. Selim zamanına kadar bir uluslararası sistemde dış politika unsuru olarak görülmemiştir. Dar’ül Harb kavramı çerçevesinde şekillenen Osmanlı, Hristiyan devletlerle sürekli savaş halinde olmasından dolayı diplomasi kavramına o dönemlerde ihtiyaç duymamıştır. Savaşları kazan İmparatorluk yükselme dönemimde hiçbir devlet ile müzakere yapmamış ve uzlaşma sağlamamıştır. O dönemde kazanılan topraklar doğrudan devlet topraklarına katılırdı veya toprak için yenilen devletten tazminat alınırdı. Avrupa devletlerine gönderilen daimi ya da geçici elçiler daha çok Osmanlı Devleti’nin gücünü belli etmek ve gözdağı vermek için çalıştırılmıştı.
Osmanlı Devleti, cihat anlayışıyla diplomatik ilişkiler kurmuştur. Daha sonraları evlenme yoluyla da diplomatik ilişki kurulmuştur. Bu durumun en güzel örnekleri, Bizans ile yapılan evliliklerdir. İlk evlilik Orhan Beyin Yarhisar tekfurunun kızı, adı Holofira olan Nilüfer Hatun ile evlenmesidir. Bu evlilik, Osmanlı Devleti’nin saygınlığının artmasını sağlamıştır. İkinci evlilik, yine Orhan bey tarafından yapılmıştır. Bizans imparatoru III. Andronikos ile Fransız eşi Anna’nın kızı Asporça Hatun’la ikinci evliliğini yapmıştır. Bu evlilik ile Bizans’ın iç işlerine karışma fırsatı buluyoruz. Üçüncü Evlilik yine Bizanslılarla yapılmıştır. Orhan Bey ile İmparator VI. İoannes Kantakuzen ve eşi İmparatoriçe İrene’nin kızları olan Theodore (Maria) arasında olmuştur.[8] Bu evliliğin ardından Osmanlı Sulatanı Orhan Bey barışçıl yollarla fetihler yapmaya çalışmıştır. Osmanlı devletinin diğer devletlerle diplomatik ilişkilerinin iyi olmasının sebeplerinden en önemlisi iç ilişkilerinde yürüttüğü politikadır. Osmanlı Devleti, iç politikada hoşgörü ve denge siyaseti uygulayarak devletlerin dikkatini çekmiş ve fethedilen yerlerdeki halk tarafından sevilen bir imparatorluk olmuştur.
Ancak İmparatorluğun çöküşünü fırsat bilen Hristiyan Avrupa devletleri kaç yıldır Osmanlıyı içine dâhil etmeye çalıştıkları, uluslararası ilişkiler ve hukuk sistemini için eskisi gibi istekli davranmadılar. Osmanlı devleti bu hukuk sistemini, Islahat fermanı ile aynı yıl toplanan Paris Barış Konferansı ile kabul etmiştir. Ancak bu durum Osmanlı devletinin pek yararına olmadığı gibi devlet ekonomisi ve hukuk alanında Avrupalı devletlerle eşitlik sağlanamamış, ayrıcalıklar güvence altına alınmıştır. Osmanlı devleti Avrupalı devletler tarafından “ hasta adam” olarak anılmış ve hiçbir zaman Avrupalı devletlerin içerisine girememiştir. Osmanlı devletinin son dönemlerdeki diplomasi uyguluyormuş yalanı pek işe yaramamış ve Avrupa\ Osmanlı-Türk ayrımı her zaman sürmüştür.
Osmanlı diplomasisi, “eşit müzakere” ve “uzlaşı” kavramlarının ait olduğu bir dış politika sürmemiştir. Osmanlı diplomasisinin içe kapanıklığını son dönemlerde aşmış olsa da bu çekingen tavır Türkiye diplomasisini uzun süre etkilemiştir.[9]
Sefaretnameler ’de Batı İmgesi
Osmanlı devleti kurulduğundan bu yana yabancı devletlerle siyasi ilişkiler kurmuş olsa da diplomatik yollarla yani elçiler vasıtasıyla ilişkiler kurması 18.yüzyılı bulmuştur. Osmanlı imparatorluğu diğer devletler hakkında bilgi öğrenmek için ilk başlarda “ fevkalade elçileri ” göndermiştir.[10]Ayrıca Osmanlı Devleti’nin yabancı devletlere elçi göndermesinin sebebi olarak; tahta çıkan Osmanlı padişahı yabancı devlet hükümdarlarına cüluslarını tebliğ etmek için, taç giyme törenlerinde padişahı temsil etmek için, padişah tarafından yazılan mektupları ve hediyeleri iletmek için, devletlerarasındaki ilişkiyi kontrol etmek için, yabancı devletler elçi istediği için gönderilmişlerdi.[11] Bu durum 1789’da III. Selim’in tahta çıkmasıyla değişikliğe uğramıştır. Osmanlı Devleti 18.yüzyılın ikinci yarısında gücünü kaybettiği için diğer devletlerle kurmadığı diplomatik ilişkinin önemli olduğu anlamış ve ilk ikamet elçiliğinin III. Selim’in sempati duyduğu Fransa’da kurulmasına karar verildi. [12]Ancak Babıali, ikamet elçiliğinin İngiltere kurulmasının daha uygun olacağını düşünüyordu. O dönemdeki Fransız İhtilali, Babıali’nin bu düşüncesine Osmanlı İmparatorluğu’nun daha ılımlı bakmasına yol açtı. Reisülküttap Raşid Efendi İngiltere elçisi ile görüşüp gönderilecek elçinin nasıl, hangi yol güzergâhında gideceğine ve elçinin rütbesi konusunda karara vardı.Osmanlı Devleti bu dönemde gönderdiği elçileri sınıflandırdığı kesin olarak belgelere dayanmasa da, elçinin gönderildiği devletin önemine göre Büyük Elçi ve Orta Elçi, mektup iletmek için görevlendirilmiş kişilere Namares denilmiştir.[13] İngiltere’ye gönderilen ilk ikamet elçisi, Kalyonlar eski kâtibi Yusuf Agâh Efendi olarak belirlendi. Yusuf Agâh Efendi’ye “ Büyük Elçi ” rütbesi verildi.[14]Yusuf Agâh Efendi gönderdiği ilk bilgide, İngiltere ile Rusya arasında imzalanan 18 Şubat 1795 tarihli savunma antlaşmasının Osmanlı aleyhine bir madde içermediğini, İngiltere’nin Rusya’ya karşı dost olmadığını ve İngiltere’nin Osmanlı hakkındaki söylemlerine güvenilmesi gerektiğini ifade ediyordu. Yusuf Agâh Efendi İngiltere’de üç buçuk yıl kadar görev yaptıktan sonra yerini İsmail Ferruh Efendi’ye bıraktı. Ayrıca Paris’e Seyyid Ali, Viyana’ya İbrahim Afif ve Berlin’e Ali Aziz Efendiler gönderildi.Gönderilen elçiler gittikleri devletler hakkında İmparatorluğa her konuyu yorumlayarak bildirmiştir. Bildirdikleri konularla Osmanlı İmparatorluğu Avrupa’ya bakış açışını çeşitli açılarla yenilemiştir. Osmanlı devleti elçilerin üç yıllık sürelerinin bitmesiyle, 1800lerin sonlarında elçileri çekmiştir ve Londra, Viyana ve Berlin’de daimi elçiler bulundurmaktan vazgeçmiştir.[15]
Sefaretnameler
1665 te Viyana’ya elçi olarak gönderilen Kara Mehmet Paşa Sefaretnamesinde, bulunduğu şehrin istihkâmlarından, yapılan ikramlardan, merasimlerden bahsetmektedir. 18.yüzyılda Damat Ferit paşa tarafında Paris’e elçi olarak gönderilen Mehmet Çelebi’ye Fransa’nın kültür ve kuruluşlar ile ilgili uygulanabilir olanları rapor etmesi talimatı verilmişti. Mehmet Çelebi’nin yazdığı Fransa sefaretnamesi hayranlık duyduğu Fransa’nın kültürel ve manevi değerlerini içermektedir. 1722 de Rusya’ya elçi olarak gönderilen Niş’li Mehmet Ağa’nın Rusya sefaretnamesi günlük şeklinde tutulması yönüyle bir ayrıcalığı vardır. Sefaretnamesi Rusya ile yapılan müzakerenin nasıl başlatıldığını anlatmıştır. Mustafa Efendinin yazdığı Istılah-ı Nemçe olarak bilinen sefaretnamesi, 1701-1714 yıllarında Avrupa’da yaşanan olayların başlama sebeplerini, seyrini kapsamaktadır. Ayrıca bu sefaretname Roma-Germen İmparatorluğundaki taç giyme merasimlerinde kimlerin taç giydiğini, imparatorluğun mali ve askeri yapısı hakkında da bilgi vermektedir. Ahmet Resmi Efendi’nin Viyana sefaretnamesi o dönemdeki Viyana’nın gündelik hayatından bahsetmektedir. Ahmet Resmi Efendi’nin Prusya sefaretnamesi, elçinin yol güzergâhı üzerindeki Romanya şehirlerinden ve Hotin kalesinden, Lehistan’ın önemli ticaret limanlarından, o dönemdeki durumundan ve Prusyalıların askerliği hakkında bilgiler içermektedir. Moralı Seyyid Ali Efendi Fransa sefaretnamesinde, gemi yolculuğunda gördüğü yerlerden bahsetmiş ve tarihinde Osmanlı Devleti ve Sicilya krallığı arasında kurulan dostluk ilişkisinden de söz eder. Katıldığı merasim ve gece eğlencelerini anlatan Ali Efendi Paris’te ki ilgi çekici yerlerden bilgiler vermektedir. Seyyid Abdürrahim Muhib Efendi’nin sefaretnamesinde Avrupa hakkında bilgi vermekle birlikte Paris şehrindeki hukuki düzeni, yurtdışına çıkarken uyulması gereken pasaport düzenini, telgrafla haberleşme sistemini, barut ve top yapımı üzerin de durmuştur. Paris’te teleskop ve büyük bir kütüphanenin olduğunu notlarını dâhil etmiştir. Ayrıca Fransız hükümeti ile yapılan müzakereleri not tutan Muhib Efendi, yabancı sefirlerin tuttuğu notlarında sefaretnamesine dâhil etmiştir. Seyyid Mustafa Sami Efendi’nin 1838 tarihli Avrupa Risalesi, eski tarzda yazılmış olan son sefaretnamedir. Bu yapıt yabancı dil bilmenin öneminden bahsetmektedir. Mehmet Sadık Rıfat Paşa’nın 1838 deki İtalya sefaretnamesi, elçinin seyahati boyunca gördüğü eserleri, bayındırlığı, sosyal ve kültürel durumları içermekle birlikte Milano’nun İstanbul’un güzelliğini geçemeyeceğini içermektedir.[16]
OSMANLI DİPLOMASİSİNDE BATIYA YÖNELİŞ
Osmanlı İmparatorluğu’nda İlk Dönem Batı Algısı
Osmanlı devleti 18.yüzyıla kadar batı medeniyetleri karşısında kazandığı zaferlerden dolayı hiçbir zaman batı medeniyetlerine karşı ılımlı davranmamıştır. Yabancı ülkelere elçiler göndermediği için 18.yüzyıla kadar Avrupa’nın sistemleri hakkında bilgiye sahip olamamıştır. Osmanlı aydınları yaşanan bunalımının nedeni olarak Avrupa’nın ileri derecede gelişmesini öne sürmüşlerdir. Yaşanan bunalımdan kurtulmak için ise Avrupalı devletlerin yakından tanınması gerektiğini dile getirmişlerdir. Hayrullah Efendi Batı’yı bütünüyle tanıyan ilk Türk Bürokrat olarak tarihe geçmiştir. Namık Kemal gibi Yeni Osmanlıların savunduğu fikirleri destekleyen Mithat Paşa Meşruiyetin yürürlüğe girmesini sağlarken [17]1839 yıllarında Osmanlı aydınları arasında Fransızca öğrenme çabaları hız kazandı. Bunun sonucunda yaşanması muhtemel olan Fransız kültürü, edebiyatı ile ilk temas Şinasi tarafından gerçekleşti. Şinasi Fransız yazarların eserlerinden yaptığı çevirileri 1858 yılında birleştirdiği kitapta yayınladı. Dönemin devlet gazetesi olan Takvim-i Vekayi’nin dilinde halkın seviyesine uygun olarak yaptığı değişiklik Tanzimat’ın ilanından sonra devlet dilinde sadeleşmeye gidilerek pekiştirilmiştir.1860lardan sonda edebi Türk nesirinin kurulmasının temelleri atılmıştır.[18]Osmanlı Devleti’nin 1856-1878 döneminde benimsediği dış politikanın temel ilkesi, toprak bütünlüğünü ülke içindeki bozucu hareketlere karşı korumak olmuştur.[19]
Osmanlı Devleti’nde bulunan “ yabancılar “ arasında en çok tanınanların diplomatlar olmasına karşılık misyonerlik faaliyetlerinin asıl alanı da Hıristiyan mezhepleriydi. Bunun sonucunda da mezhep çatışmaları meydana gelmekteydi. Osmanlı modernleşmesinde özellikle 1848 ihtilali ile Osmanlı Devleti’ne sığınan Polonyalı ve Macar mültecilerin büyük katkısı olmuştur. Çünkü gelen mültecilerin çoğu nitelikli insanlar olup kendi istekleri ile devlete hizmet etmişlerdir. [20]Osmanlı seçkinleri batıdan seçkin birimleri alırken farkında olmadan yaşam biçimi adetlerini de almışlardır.
Osmanlı devleti batı tarzını Viyana bozgunundan sonra benimsemeye başlamışlardır.[21]
Batılılaşma Sonucu Osmanlı Toplumunda Yaşanan Değişimler
Diplomatik faaliyetler ve yapılan ıslahatlarla Osmanlı Devleti’nin her alanında değişmeler olmuştur. Bunun en önemlisi İdari yapılanmalardır ancak toplumdaki değişimler idari yapılanmanın bir sonucu olarak önem arz etmektedir.
Toplum yapısını en iyi anlatan tarihi eserler mimari yapılarıdır. Sefirlerimizin gittikleri merkezlerdeki tarihi yapıları anlatmaları Osmanlı Devleti’nin mimari yapılarına etki etmiştir. Osmanlı seyyahları Rönesans dönemindeki kilise mimarilerinden etkilenmişlerdir. Sefaretnamelerde özellikle İtalya’daki San Pierre/Pietro Kilisesi’ne yer verilmiştir.18. yüzyılda Osmanlı Devleti’nde kentsel dönüşüm ile sarayların çevresinde ve dış cephelerinde değişim görülmüştür.Ayrıca Avrupa’ya giden sefirlerimiz Avrupa’da şahit oldukları edebi ve sanatsal faaliyetlerden bahsetmeyi de unutmamışlardır. Tiyatrodaki oyunlar ve oyuncaları, opera sanatını Osmanlı Devleti’ne katmışlardır. Sefaretnameler sayesinde birçok alanda bilgi edinen Osmanlı Devleti, rasathaneler hakkında bilgi edinmesinin dışında sağlık hizmetleri hakkında da birçok bilgi ve değişime yer vermiştir. Osmanlı Devleti’nde 15.yüzyılda yaşanan Veba Salgını yüzünden Avrupa’ya gönderilen elçiler bir süreliğine karantina altına alınmıştır. Bunun sonucunda sefirler karantina uygulaması hakkında çok iyi bilgi edinmiş ve bu uygulamayı Osmanlı Devleti’ne taşımıştır.
Avrupa’daki şehircilik hayatını Osmanlı Devleti’ne yansıtan sefirler, caddeler ve sokakların düzeni hakkında, belediyecilik hakkında bilgi vermiştir. Osmanlı Devleti’nde cadde ve sokak düzenlemelerini “ subaşı, voyvoda, çöplükbaşı ” tarafından yapılırdı. Özellikle Ahmet Mithat Efendi’nin Avrupa seyahatinde yazış olduğu sefaretname, sokakların temizliği konusunda belediyelerin önemini göstermiştir.[22]Avrupa’dan etkilenerek yapılan bu değişikler Osmanlı toplum yapısının da yeniden yapılanmasına yol açmıştır. Bu yapılanma şekillenerek günümüz toplum yapısının oluşması için yeni bir yön olmuştur.
…
Yazinin tamami icin;
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder