15 Şubat 2012 Çarşamba

Post-Modern Bir Roman Olarak KURGAN

Gülbahar REÇBER


357827_2.jpg
Batı'nın aydınlanma ile beraber, insanı aklına indirgeyen tavrı daha 1900'lü yıllardan itibaren ciddi bir şekilde sorgulanır olmuş, modern roman, aklına mahkûm edilen insanın trajedisinin sahnesi hâline gelmiştir. Yine Batı'nın ürettiği ve insanın aklına mahkûm oluşuna bir çare gibi sunulan postmodernist zihniyet etrafında teşekkül eden postmodern roman, her türlü kayıttan azade biçimde metafiziği kullanmaya başlamıştır. Din, kader, tarih ve daha birçok unsur bu kayıtsızlık içerisinde 'fantastik' adı altında ele alınmış ve postmodernizm, kendisine mahsus yeni bir zihniyet inşa etmiştir. Son dönemde bazı örneklerinin dünyada milyonlarca sattığını gördüğümüz fantastik roman bu zihniyetin bariz bir yansıma alanı olmuştur. Ne var ki Batı'nın postmodern fantastik romanının bu hâliyle İslâm medeniyeti etrafında teşekkül eden edebî zihniyete uyması mümkün değildir. Hatta bu tür İslâm edebî anlayışının tam aksi istikametinde bir yol izlemektedir. İslâm'ın kendine mahsus metafiziği vardır ve bu zeminde edebî eser inşa etmesi mümkündür. Kurgan böylesi bir kurgunun göstergesi olarak karşımıza çıkıyor. Modern zamanların teşrih masası olan roman, zamanın kıskacındaki insanın meseleleri istikametinde değişimler göstermektedir. Batılı bir tür olan roman, ortaya çıktığı on yedinci yüzyıldan beri hem teknik hem içerik olarak farklılaşmış ama her zaman toplumlar üzerinde beklenenden daha büyük bir tesir oluşturmuştur. Bu tesirde türün başka türlerle kurduğu etkileşimin dönüştürücülüğü de önemli rol oynamıştır. Roman faydalandığı türlerin imkânlarını yapısal olarak kullanmakla kalmamış, bu yapıların dil ve anlatım özelliklerini alarak etkisini artırmasını, sınırlarını genişletmesini ve kendini zenginleştirmesini bilmiştir. Belki de bir zamanlar küçümsenen romanın gerçek gücü yeniliğe açık olmasında yatıyordur. Romanın tarihî arka planı bilinse bile, gidebileceği son nokta hakkında öngörüde bulunmak güç olabilir. Fakat modern/post modern çağların bazı dinamikleri arasında bu öngörünün ipuçlarını görmek mümkündür. Son dönemde öne çıkan özelliklerden biri, romanın fantastikten faydalanma eğilimidir.

'Gerçekte olmayan, hayal ürünü, hayalî' anlamlarına gelen fantastik kelimesi Batı dünyasına ait, onun değerler bütünü içinde ele alınması gereken bir kelimedir. Batı dünyasının gerçek algısı ile Doğu dünyasının gerçek algısı arasında temeli teolojiye dayanan büyük farklar vardır. Bu farklılıkların Batı ve Doğu dünyasında maceraları da farklılık göstermektedir. Batı'da başlangıçta mitolojinin, masalın, destanın, söylencenin etkisi altında gelişen edebiyat on sekizinci yüzyılda kaynağını değiştirmeye başladı. Sonrasında insanın olağanüstüyle Yaratıcı ile bağını kesen ve onu sadece görünenin sınırları içine hapseden bir edebiyat ortamı neredeyse bütün dünyayı etkisi altına almıştır. Burada en büyük eksiklik, insanı ruhu ve bedeniyle bir bütün olarak algılamak değil de onu sadece duyu organları ve akıl ile sınırlandırmaktı. Doğu dünyasında ise durum biraz farklıydı. Doğu, her zaman görünenle sınırlanmayan bir âlemin varlığını kabul etmiş ve ortaya koyduğu eserlerle görünmeyen âleme ait unsurları kullanmış fakat buna dair ayrı bir isimlendirmeye ihtiyaç duymamıştır. Bunda Doğu dünyasının hayatı ayrıştırmayan, onu bütün olarak ele alan düşünce yapısının tesiri büyüktür.

Batı medeniyeti, gerçeği yorumlarken duyu/akıl/bilim gibi temel dinamiklerinden faydalanırken, insan ruhuna sınırlar çizilemeyeceği gerçeğini anlamakta zorlanmıştır. Yirminci yüzyılın sonlarına doğru, yine Batı edebiyatının önemli ürünlerinden olan romanda gerçekliğin/maddeciliğin etkisinin azaldığı görülür. Hatta bunu insanın gerçeğin katı sınırlarına bir isyanı gibi düşünmek mümkündür. Büyülü gerçeklik ve fantastik romanların kabul görmesinde bu etkinin payı düşünülebilir. Özellikle Avrupa'da kabul gören üç ciltlik, beş ciltlik, on iki ciltlik hatta altmış ciltlik kitaptan oluşan fantastik roman furyasını, çağın sosyal bir olayı olarak algılamak mümkün olduğu gibi fantastiğin yeniden doğuşu olarak değerlendirmek de mümkündür. Bunu bir furya olarak kabul ettiğimizde satır aralarını okumayı edebiyat sosyologlarına bırakmak daha doğru olacaktır.

Fantastiğin günümüz Türk okuyucusu ve romancısını nasıl etkileyeceği ise merak konusudur. Okuyucular açısından düşünüldüğünde bu türün özellikle gençler arasında popülerliğini artırdığı bir gerçektir. Türk romancısı da bu türe kayıtsız kalmamış ve buna uygun eserler vermeye başlamıştır. Muhakkak ki Batı medeniyetinin dinamikleri ile beslenen bu türe Türk romancısının yaklaşımı önemlidir. Roman anlatıcısının karşısında iki yol vardır: Ya bu türün neredeyse kopyası sayılabilecek eserler ortaya koyacak ya da bu türü kendi medeniyet değerleri ile yoğurarak ona kendi rengini, havasını katacaktır. İkinci yolun zorluğu ortadadır; fakat bu noktada şöyle bir kolaylık da kendini göstermektedir ki; o da Batı'nın fantastik olarak nitelediği öğelere karşılık gelebilecek binlerce yıllık doğu geleneğinin varlığıdır. Bu gelenekte var olan fantastiğin izlerini sürebilmek ve ondan ilham alarak yeni eserler üretebilmek sanatçının geleneğe yaklaşımında ve kurgu gücünde gizlidir. Bu bağlamda kısa zaman önce yayımlanan ve hem teknik hem içerik bakımından göz ardı edilemeyecek bir eser olarak Hacı Şaban Boztaş'ın kaleme aldığı Kurgan karşımıza çıkar.

Fantastik ve Kurgan

Yüzüklerin Efendisi, Harry Potter, Talihsiz Serüvenler Dizisi gibi ilk akla gelen fantastik romanlarla Kurgan arasında okuyucuya sunulan dünya açısından önemli farklar vardır. Bu farklardan ilki, anlatıcının inşa ettiği dünyanın dinamikleridir. Batı anlatıcısının kurduğu dünyada tek bir yaratıcı yoktur, âdeta tanrılaşmış kahramanlar vardır. Kurgan'da anlatıcı, kurduğu dünyada varlığı bilinen ve emirleri kabul edilen tek bir Tanrı / Büyük Sanatkâr / Var Eden / Yaratıcı'yı bazen açık bazen örtülü bir şekilde göstermektedir. Bu özelliğiyle eser diğer fantastik romanlar içinde oldukça ayrı bir yerde duruyor. İnşa edilen bu dünyada merkeze yerleşen bu açı, romanın diğer unsurlarının da içinde belirleyici bir rol oynamaktadır. Bu durum kahramanlar üzerinde bariz bir şekilde görülür. Kurgan'da kahramanlar anlatıcının kurduğu dünyada serazat değildir, Yaratıcı'nın farkındadırlar, tek başlarına önemli kararlar alamazlar, onların fikir alışverişi yaptıkları kişiler ve heyetler bulunur. Kişiler arasındaki ilişkilerin saygıya dayalı oluşu eseri diğer romanlardan farklı kılan başka bir özelliktir. Eserin önemli kişilerinden olan Zahmetçiler tarafından dile getirilen kader motifi, her şeyin yazılı olduğu büyük kitap gibi unsurlar Yaratıcı'yı vurgular. Hayatın anlamını düşünen Oen'e Zahmetçilerden Arut şunları söyler: "Hayatın anlamını ancak hayatı verenden öğrenebiliriz." Bu özellik okuyucuyu, Yaratıcı ile irtibatın kesilmediği bir dünyaya davet eder. Roman içeriği itibariyle fantastik özellikler taşımasının yanında kendi gerçekliğini oluşturmuş bir dünyada, insanın kendini arayışı, kendini bulma çabasını anlatmaktadır. Bu yönüyle varoluşu irdeleyen, bu varoluşu Yaratıcı ile bütünleyen ve başkahramanın ejderha, vampir, gulyabani olmadığı bir romandır. Bu özellik, Kurgan'ı Yaratıcı ile irtibatın kesildiği diğer fantastik romanlardan ayıran, onu ayrı bir yere koymaya yetecek özelliktir. Başarı sayılacak diğer bir nokta da bunun metinde yama gibi durmaması veya çok vurgulanarak sırıtmamasıdır.

Eserde dikkat çeken başka bir özellik de kadının konumudur. Batı fantastiğinde bedeni ile öne çıkartılan kadın, Kurgan'da bu bağlamın dışında farklı değer yargılarıyla öne çıkar. Romanda kadın, başat olan erkeğin yanında ona sükûn veren, âşık olunan ve erkeği tamamlayan bir varlık konumundadır. Burada aşkta kavuşmaların veya ayrılmaların taraflar açısından imtihan gibi algılanması da farklı bir tavırdır; fakat bu inşa edilen dünyanın dinamiklerine uygunluk göstermektedir.

Romanın Türk edebiyatı için önemi ise gelenekle olan ilişkisinde yatıyor olsa gerek. Eser, yazarın da bir söyleşisinde dile getirdiği gibi sözlü edebiyat geleneğinden besleniyor. Daha ziyade sözlü gelenekte yer tutan cin, şeytan, melek gibi unsurlar 'gölgecanlılar, ateşcanlılar, ışıkcanlılar' gibi yeni isimler alarak metnin kurgusunun temel öğeleri oluyor. Bunun yanında sözlü geleneğimizde yer alan mavi, ışık, kuş, ayna, yüzük, asa gibi unsurların varlığı da dikkat çeker. Ormanda 'tuhaf mavi renkli bir fidan' ve 'mavi kuşlar'ın gizemiyle başlayan roman, bizi Oğuz Kağan destanının izlerine kadar götürüyor. Oğuz Kağan destanından ağaç ve kadınla birleştirilen mavi, Kurgan'da kuş, asa ve yüzükle ilişkilendiriliyor ve bu ilişki kurguyu da güçlendiriyor. Bu ilişkide ağaç merkezdedir, kuş, yüzük, asa ise onun etrafında kurgulanan unsurlardır.

İslâmiyet'te varlığı kabul edilen büyü birçok Türk söylencesinde ve fantastik romanda olduğu gibi burada kullanılmıştır. Bu unsur roman kahramanlarının kahramanlıklarını pekiştirmekte onların görünmeyen karşısında bile başarı gösterebileceğini anlatmaktadır. Destanlarda, söylencelerde, Kurân-ı Kerîm'deki Hz. Süleyman kıssasında, Batı fantastiğinde ortak bir malzeme olan yüzük Kurgan'da da vardır. Kurgan'ın diğer fantastik romanlardan farkları ve benzerlikleri bu şekilde sıralanabilir.

Bunun yanında romanda kurulan dünya bilinirse bu hususlar daha iyi anlaşılacaktır.

Kurgan'ın Yapısı ve İnşa Edilen Dünya 

Kurgan, varoluşu anlamlandırmayı, kendini arayışı temel meselesi olarak alır. Romanın ana kahramanı Oen'dir. Oen, 'kalbi temizlendikten sonra kutsal öğretileri yaymak için Mavi Dünya'ya gönderilmiş, otuz iki yıllık Mavi Dünya hayatından önce çok iyi bir insan olan sonra kendini dünya hayatına kaptırmış, ruhunun ihtiyaçlarını unutmuş ve sonunda intihar etmiştir. Başka bir âleme uyanan ve iyileri temsil eden Oen ve ona yardımcı olanlar, kötülüğün temsilcisi Orfin ve ona yardım edenler eserdeki iyi ve kötü arasındaki gerilimli çatışmayı oluşturur. Kötünün temsilcisinde öne çıkan özellik kibirdir. 'Kibir Kitabı' bölümü iki yüzü bulan sayfasıyla eserin üçte birini oluşturmuştur. Bu bölüm çatışmanın ana unsurundan birini verdiği için de önemlidir. Kibrin temsilcisi olan Orfin, kötülüğü yaymak için uğraşmaktadır.

Yazarın inşa ettiği dünyanın merkezinde Yaratıcı vardır. İnsanların kaderlerini yazan da odur, onların kederlerini gideren de. Ador ülkesinde hiç kimse şunu aklından çıkarmaz: "Yaradan kalplerde olanı bilir." Bu dünyada kader önemli bir yerdedir. "Kader Tanrı'nın önceden bildiği ve insanların kendi tercihleriyle yazdığı bir kitaptır. Olmuş olan için sadece pişmanlık ya da mutluluk duyulabilir." "İnsan kaderinin dışına çıkamaz." "Kader akması gereken vadiyi iyi bilir." İyilerin dünyasında onlara yol gösteren Zahmetçiler vardır. Onlar da 'Ata teamülüne' ve 'Yaratıcı buyruğuna' göre hareket ederler. Zahmetçiler o ülkenin en bilgili, en tecrübeli kişileridir. Toplum onların fikrini alır ve onlarla istişare ederek işlerini yürütür.

Kurgan'ın yapı açısından oldukça başarılı olduğu söylenebilir. Eserin yapısında, başta ve sonda kısa bölümler, ortada ise genişleyen bir 'Kibir Kitabı' bölümü vardır. Romanın kurgusunda dört ana grup vardır: Mavi Dünya, gölgecanlılar, ateşcanlılar ve ışıkcanlıların âlemi. Bu âlemler arasındaki bağlantılar, her âlemin kendi gerçekliği içinde dikkatli bir okumayı gerektirmektedir. Eserdeki başarıyı güçlendiren bir nokta da yapı ve isimlendirme arasındaki güçlü bağdır. On üç bölümden oluşan kitapta bölümler sırasıyla şu isimleri taşır: Ufisler, Sarayın Yıkılışı, Boşluğun Uykusu, Gepose'nin Yarası, Yüzyılların Bedeli, Varoluş Senfonisi, Kalp Yılanlarının Doğuşu, Uselya-Orfin-Zelor, Ridar Orga Savaşı, Kibir Kitabı, Sefar'dan Valmeniar'a, Sükût Divanı, İlk Düğüm.

Yazarı tarafından üç kitap olarak kurgulanan eserin ilk kitabının adı Sarayın Yıkılışıdır. Saray, burada insanın kendi istekleri, hayalleri, düşünceleri ile kendisi için kurduğu yapıyı temsil eder. Fakat insan başka bir insana vararak kendini tamamlamak istiyorsa, 'kendi sarayından vazgeçmek, ya da o sarayı yerle bir etmek zorundadır.' Romanın ana kahramanı Oen Mavi Dünya'da Arin'e; Ador ülkesinde ise Uselya'ya ulaşmak istemektedir. Burada sarayın bir metafor gibi kullanılması söz konusudur. Saray, hayaller, düşünceler, duygularla yükselen bir yapı ve dışımızdaki vücut sarayıdır. Bu metaforun izlerini Sarayın Yıkılışı bölümünde Oen'in intihar etmesinde görmek mümkündür. Oen, intihar ettikten sonra 'Boşluğun Uykusunda' kalmış; 'Varoluş Senfonisi' ile varlığını tekrar fark etmiştir. Oen, günlerce baygın kaldıktan sonra kendine gelir ve algılayabildiği ilk şey, yedinci müzisyenin çaldığı 'kader senfonisi'dir. Kader, varoluşu biçimlendiren önemli bir kelimedir ve bu iki kelime, iç içe geçmişlik barındırır. Kahramanın varoluşunu bulma sırasında kullanılan perde leit-motive önemlidir. Perde, İslâm terminolojisinde sırrı ve ardında görülebilecek hakikati temsil eder ve alegorik bir özellik taşır. Bölümün sonunda Oen, ruhunun sırtını sıvazlar ve "Sonunda işte! Yaratıcıdan başka güvenebileceğim kimse kalmadı." der. Bu sözler yaratılışını Yaratıcı ile irtibatlandıran bir fantastik roman kahramanının sözleri olması açısından dikkat çeker.

Sonuç olarak Kurgan, fantastiği salt cinlerin, perilerin, ejderhaların olduğu olağanüstülüklerle çevrili bir manzume olmaktan çıkarıp, Doğu dünyasının hikmetler âleminde olduğu gibi varoluşun barındırdığı sırrın ve anlamın izini takip eden bir örnek hâline getirmiştir denebilir. Yazarın bu tercihi Yaratıcı ile irtibatın kesildiği fantastik romanın vicdanın hakikatini arayan yanını fısıldamaktadır. Bu, yaratıcı ile irtibatın kesilmeye çalışıldığı modern çağda fantastik bir romanda geleneğin mirasını takip eden yeni bir edebiyat anlayışının habercisi gibi düşünülebilir. Bu, yeni dünyayı oluşturacak yazarların yetişmesine zemin hazırlayan toplum, bir medeniyetin varisi olma hakkını kazanacaktır.

Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

The Reflection Cafe

Site İstatistikleri

Locations of visitors to this page

 

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı