Osman HORATA
Hacettepe Üniversitesi
13. asır Anadolu coğrafyasının ortaya çıkardığı önemli şahsiyetlerden biri olan Mevlana, Türk sufiliğinin temellerini atan büyük mutasavvıflardan biridir. Onun tasavvufi görüşleri üzerine kurulan Mevlevilik, Osmanlı İmparatorluğunun siyasi ve sosyo-kültürel hayatında önemli bir roloynamıştır. Divan şairlerinin en çok tercih ettikleri tarikatların başında Mevleviliğin gelmesi, bunun göstergelerinden biridir. Bu araştırmada, Divan şairlerinin Mevlana'ya bakış açıları ve onları Mevleviliğe yönelten sebepler incelenmeye çalışılmıştır.
...
2. Mevlevilik ve Divan Şiiri
Mevlana, yaşadığı çağdan itibaren, gerek tasavvuf anlayışı, gerekse en olgun döneminde kaleme aldığı Mesnevi'siyle Türk Edebiyatı'nın doğuşu ve gelişiminde önemli bir rol oynamış; şöhreti sınırların da ötesine taşarak Mesnevisi İngilizceden Flemenkçeye kadar birçok dile çevrilmiştir (Mazıoğlu, 1981:30-39; Çelebioğlu,1978: 99-126; Yeniterzi, 1997:93-1 ıo). Mevlana'nın şairliği sebebiyle, şiirin "sünnet-i seniyye-i Mevlevfyye" olarak kabul edilmesi ve bu tarikattaki Mesnevi okuma ve okutma geleneği, Mevlevileri şiirden anlamaya hatta şair olmaya yöneltmiştir. Bu sebeple, Mevlevihaneler Klasik Edebiyatı besleyen en önemli kaynaklardan biri haline gelmiştir. Şeyhlik makarnındaki şahsiyetin Neşatf, Şeyh Galib gibi büyük bir şair olması ise, şiire olan ilgiyi daha da arttırmış; Esrar Dede gibi birçok şair şiir yazmaya Mevlevihanelerde başlamıştır.
Edebiyatımızda Mevlevi olan divan şairlerinin sayısı 300'ü bulmaktadır. Bu, Mevleviliği % 68 gibi büyük bir oranla Divan şairlerinin en çok rağbet ettikleri tarikatların ilk sırasına yerleştirmektedir. Diğer tarikatların oranı ise % ıo'ların altında kalmaktadır. Mevlevi şairlerin sayısı 16. yüzyıldan itibaren artmaya başlamış 18.asırda ise büyük bir artış göstermiştir. Tezkirelerde, Mevl~vi olduğu belirtilen şairlerin sayısı 17. asırda sadece 10 iken, bu 18. asırda 212'ye yükselmiştir (İsen, 1989 : 23-27 ; İsen, 1997 : 216-218) . Bu asırda görülen büyük artışta, merkezı idarenin Bektaşl1iğe karşı Mevleviliği ön planda tutmaya başlamasından ziyade, 17. asrın büyük şairlerinin Mevlevi olmasının etkisi göz ardı edilmemelidir. 15. asırda, Hüdayi Salih Dede; 16. asırda, Şahidi, Yusuf Sineçak, Fevri, Bursalı Rahmi, Safayi, Nigehi, Arifi; 17. asırda, Cevri, Neşati, Enis, Fasih, Bahayi, Mezaki, Nabi ve Nef'i; 18. asırda, Sakıb Dede, Nahifi, Birri, Neyli, Receb Dede, Nesib, Nayi Osman Dede, Fenni, Neyyir, Hulusi, Şeyh Galib ve Esrar Dede; 19. asırda Yenişehirli Avni, Leyla Hanım, Şeref Hanım akla gelen ilk Mevlevi şairlerdir. Bunların bir kısmı Mevleviliğe intisap ederek çilelerini tamamlamış bir kısmı da muhiplik seviyesinde kalmıştır. Bunların yanında Mevlevi olsun veya olmasın bir çok şair Mevlana hakkında medhiyeler yazmış, şiirlerinde ondan bahsetmişlerdir. Mevlana ile ilgili bu şiirleri toplayan mecmualara da rastlanmaktadır,l
Divan şiirinde Mevlana ve Mevlevilik, başlıbaşına büyük bir araştırmanın konusudur. Bu konuda şu ana kadar büyüklü-küçüklü birçok çalışma yayımlanmıştır (bk.Kaynaklar). Fakat bunların çoğu bir şair veya şiirle sınırlı kalmış veya divanlardan seçilen beyitlerin sıralanmasından öteye geçmemiştir. Yazımızda, bu edebiyatın önde gelen şairlerinin Mevlana hakkında yazdıkları müstakil şiirler ele alınarak, onların Mevlana'yı nasıl değerlendirdikleri, çizdikleri Mevlana portresinin yukarıda açıklamaya çalıştığımız tarihi kimliğiyle örtüşen ve ayrışan taraflarını belirlemeye çalışacağız. Araştırmamızda, Mevlevi şairlerin belli başlılarının eserleri incelenmekle birlikte, konu Mevlevilikte şeyhlik makamına kadar yükselen Neşati, Şeyh Galib, Sakıb Dede ile binbir günlük çilesini tamamlayarak "dede"lik payesini alan Esrar Dede ve Mevleviliğe ilgisi "muhiplik" (hayranlık) seviyesinde kalan Nef'i ve Nabi ile sınırlı tutulmuş; bunlardan ayrı olarak, tezkire yazarları içinde Mevlana'ya yer veren tek tezkireci olan ve şairler hakkındaki yargılarının doğruluğu ile dikkati çeken Latifi de çalışmamıza dahil edilmiştir.
3. Mevlana ve Divan Şairleri
Latifi (ö.1582): Anadolu sahasında Sehi Bey'den sonra yazılan ikinci tezkirenin sahibi olan Latifi, eserinde girişten sonraı,-iilk bölümü şeyh şairlere ayırmış ve burada önce Mevlana'yı anlatmıştır (Latifi, 1314: 36-39; ayrıca bk. Ayan, 1993: 65-70). Onun ve diğer şairlerin Mevlana'ya bakışlarında tasavvufi dünya görüşünün hakim olduğu görülmektedir. Bilindiği gibi, mutasavvıflara göre tasavvuf, aklın yetmediği alanlarda "mutlak hakikat"e gönül yoluyla ulaşabilme felsefesidir. Bu da, gönlünü dünya ile ilgili her şeyden temizleyip, aşk yoluyla görünen gerçeğin (zahir) ardındaki öze yani "hakikat"e (batına) ulaşmakla gerçekleşir. İşte Mevlana gibi veliler, görünmeyeni (gaybı) görebilen, ayet ve hadislerin arkasındaki gizli manaları keşfedebilen "yakin ehli" kimseler olarak kabul edilmişlerdir.
Latifi'ye göre de, Mevlana gibi mutasavvıflar şöhret kazanmak ve sanat amacıyla değil, din yolunun yolcularına rehberlik etmek amacıyla şİİr yazmışlardır. O, Allah'ın "yakın"i (mutlak hakikati görebilen), anlaşılması güç sırları açıklayan velilerin en büyüğüdür. Sadece "batın" ilminde değil "zahir" ilminde de benzersiz, devrinde dört medresede birden ders veren eşsiz bir müderristir. Mesnevisi de, gayb aleminin, ayetlerin ve hadislerin gizli kalan sırlarını açıklayan; mutlak hakkikate ulaşmaya çalışan "yakin" ehlinin kılavuzu, din yolunun da bir delilidir. Erenler, insanları yaratıcının yoluna onunla yöneltirler. Kur'an'ın ve hadislerin sırlarını içerdiği için, mutasavvıflar ona "mahzenü'l-esrar" (sırlar hazinesi) d~mişlerdir. Mesnevi'deki anlaşılması güç semboller ve meselenin "zahir"inde kalanlara ters gelebilecek bazı ifadeler vardır. Bunlar, mutasavvıfların "vecd" halinde yani "mutlak hakikat"i (Hakk'ı) görüp dehşete düştükleri anda söyledikleri, "te 'vil" (görünen anlamının dışında yorumlama) gerektiren sözlerdir.
Nef'i (ö.1635): Mevlana için l'i Türkçe, 3'ü Farsça olmak üzere dört kaside yazan Nef'i Mevlevi bir şair değildir. Şiirlerinden Mevlevilikle ilgisinin olduğu anlaşılmakla birlikte, bunun "muhip"likten öteye geçmediği anlaşılmaktadır (Akkuş, 1993:21). A.Nihad Tarlan, Nef'i'yi edebiyatımızda Mevlana'yı ruh ve heyecan bakımından en iyi anlayabilen tek şair olarak görür ve arkasından da aslında Mevlana'nın anlaşılamayacağını ifade eder: "Son asra gelinceye kadar fikir vadisinde onu layıkıyla anlayan ve şiir vadisinde onu takip eden çıkmamıştır. Ve bu imkansızdır. Çünkü bir Mevlana'nın yetişmesi için o bünye, o ruh ve hayat şartı lazımdı. (...) Haddizatında Mevlana anlatılmaz. Çünkü anlaşılmaz. O sadece mümkün olduğu derecede duyulur. Onu anlatmaya çabalayanlar derece derece dış çizgilerine yanaşabilenlerdir. Kanaatimce bunların başında onyedinci asır büyük Türk şairlerinden fV.efl gelir." (Tarlan, 1974 : 87-88). Nef'i de, diğer şairler gibi Mevlana'yı evliyaların en büyüğü olarak görür ve onu hakikat
(ma'na) ülkesini aydınlatan güneşe benzetir. O evliyalar içinde yegane "içtihat" sahibi olan, sadece "batın" ilminde değil "zahir" ilminde de üstad olan tek kimsedir. Bu sebeple , hakikat yolunda sadece Mevlana'nın bendesi olabileceğini belirterek, ondan başkasına uyarsam kafir olayım, der. Onun şöhretinin sadece Anadolu'yla sınırlı kalmadığını, Arap, Acem ve Hint ülkelerine de yayıldığını belirtir.
Nef'i, Mevlana'nın daha çok Mesnevi'si üzerinde durmuştur. Farsça kasidesinde, İlahi sırları, kainatın gerçeklerini Mesnevi sayesinde anlayabildiğini söyler: "Mesnevı sahibinin bana ilham ettiği feyz sayesinde ruhanı halattan bahsedebiliyorum. Mesnevı deyip geçme. O Hak sırlarının hüccetidir. Onunfeyzini tahayyül ederek söze başlarsam Kur 'an 'ın en derin manalarından dem ururum." (Tarlan, 1974: 96). Çünkü Mesnevi, dinin hakikatinin ifadesidir. Onun kaleminden çıkan her nükte tevhidi açıklar. Nef'i, Mesnevi'yi de ayağının toprağı olarak gördüğü Fars Edebiyatının büyük şair ve mutasavvıflarından, Feridüddin Attar sayesinde anlayabildiğini belirtir:
...
Makalenin Tamami Icin Tiklayiniz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder