15 Aralık 2009 Salı

Karşılaştırmalı Perspektiften Türk 'Apertura Democratica'sı

Kıvanç Ulusoy
İstanbul Üniversitesi

İspanya örneği terör baskısı altında demokratikleşmenin mümkün olabileceğini bize gösterdi. Demokratikleşme süreçleri sabote edilmeye müsait kırılgan süreçlerdir. Sabotajlar rejimin içinden gelebileceği gibi muhalefetten veya terör örgütlerinden gelebilir. İspanya, demokrasiye geçiş sürecini adeta baltalayan ETA'ya karşı mücadelesini süreci kararlı bir siyasal yaklaşımla sonlandırarak aştı.

Türkiye’de ‘Demokratik Açılım’ kısa zamanda ciddi bir krize girmiş görünüyor. Bunda iktidar partisinin Mecliste’ki çoğunluğuna rağmen süreci tek başına yürütecek güçte olmamasına ek olarak büyük ölçüde hem Meclis içindeki hem de Meclis dışındaki muhalefetin sürecin ağırlığını iktidarla birlikte yüklenmekteki isteksizliği etkili oldu. Artan terör baskısı ise açılımı durdurdu. Bu yazıda, siyaset bilimi literatüründe temelde Güney Avrupa ve Latin Amerika’da diktatörlükten demokrasiye geçiş süreçleri için kullanılan şekliyle, ‘Apertura Democratica’ olarak tanımlan ‘Demokratik Açılım’ sürecinin karşılaştırmalı perspektiften kısa bir değerlendirmesini yapacağım.


Türkiye’de demokratikleşmeye ilişkin çalışmalar büyük ölçüde iki temel yanlış teşhis üzerinde yükselir. Bunlardan ilki darbelerden sonra gerçekleşen büyük ölçüde sivilleşme veya çok partili hayata geçiş süreçleri olarak değerlendirilebilecek süreçlerle gerçek bir demokratikleşme arasındaki kavramsal ve analitik farkın görülememiş olmasıdır. İkinci önemli zaafiyet ise demokrasiye ilişki yüzeysel yaklaşımdır. Gerçek bir demokratikleşme sürecinin vazgeçilmez parçaları olarak görülebilecek bir dizi unsur-etnik/dini kimlikler, iktisadi çıkarlar, sivil toplum, uluslararası konjonktürden kaynaklanan baskılar ve demokratik rejimin ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde devletin yeniden yapılanması-tamamen analiz çerçevesinin dışında bırakılmıştır. Türkiye’de demokrasiye geçiş süreçlerinin karşılaştırmalı bir perspektiften değerlendirilmemesinin de bu durumda önemli etkisi vardır.


Üç kritik faktör
Güney Avrupa, Latin Amerika ve Doğu Avrupa’de gerçekleşen siyasal değişim süreçleri incelendiğinde etkileşim içerisinde üç temel faktörün kritik önemde olduğu görülür. Bunlar siyasi aktörlerin değişen stratejileri, demokratikleşmenin zaman kısıtı ve uluslararası bağlamdır. Demokrasiye geçiş süreçlerinde ‘içderden mi dışardan mı’ sorusu sürecin meşruiyeti açısından oldukça kritik, kimi zaman aciliyetle cevaplanması gereken bir sorudur. Bu aslında büyük ölçüde demokratikleşmeye ilişkin ilk önemli adımların kim tarafından atıldığı ve bununla bağlantılı olarak eski rejimini meşruiyetini ne ölçüde kaybettiğiyle alakalı bir konudur.


Örneğin Yunanistan’da Albaylar juntası 1974’de Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesinin yarattığı bir iç şok dalgasıyla devrilmiş, Karamanlis tarafından kurulan yeni demokratik rejimde askeri güçler ağırlıklarını büyük ölçüde kaybetmişti. Benzer bir şekilde Portekiz’deki demokratikleşme sürecini de tetikleyen, otoriter rejimin dış siyasette yaşadığı Afrika’daki kolonilerinden kaynaklanan- krizin bir iç siyasi kriz haline dönüşmesiydi. Diğer bir Güney Avrupa ülkesi, İspanya ise demokartikleşme açısından paradigmatik bir öneme sahiptir. 1975’te General Franco’nun ölümüyle demokrasiye geçiş sürecinin rejimin kendi inisiyatifle başladığı İspanya’da, demokratikleşme büyük ölçüde içeriden bir siyasal mühendislikle, iktidardaki ve muhalefetteki siyasi aktörler arasında geniş tabanlı bir mutabakatın sağlanmasıyla mümkün oldu. Üstelik demokratikleşme ETA’nın uyguladığı şiddet ve terör baskısı altında gerçekleşmişti.


Avrupa Topluluğu ise Güney Avrupa’da 1970’lerin ilk yarısında başlayan ve 1980’lerin ortasında bu ülkelerin Topluluğa üyeliğiyle sonuçlanan dönüşüm süreçlerinde yapıcı ve destekleyici tavrıyla büyük ölçüde olumlu bir uluslararası ortamın oluşmasını sağladı. Topluluğa üyelik Yunanistan, Portekiz ve İspanya’da kurulan yeni rejimleri demokratikleşme yolunda geriye kayışlara karşı bir güvence altına almaktaydı. 1990’larda Doğu Avrupa’da ciddi bir meşruiyet krizi ile yıkılan komünist rejimler bu bölgede kaçınılmaz olarak radikal bir siyasi ve iktisadi yeniden yapılanmayı mecbur kıldı. Bu iç dönüşüm süreci büyük ölçüde üyelik süreci ile de paralel götürülerek AB tarafından yönetilmişti. AB’nin rolü Doğu Avrupa ülkelerinin iç siyasi, iktisadi ve idari yeniden yapılanmasında Güney Avrupa’da olduğundan çok daha aktif ve belirleyiciydi. Bir başka deyişle çöken komünist rejimlerin geride bıraktığı güç boşluğu, AB’nin yönlendirici rolüyle doldu. Güney ve Doğu Avrupa örneklerinden tamamen farklı olarak, Güney Amerika’da ise 1970’lerin Soğuk Savaş ortamı ve ABD’nin bu ortamda her ne pahasına olursa olsun savaşı kazanma isteği bu bölgede demokratik yollarla iktidara gelen rejimlerin dahi askeri darbelerle yıkılmasına sebep oldu. 1973 yılında Şili’de Allende iktidarının ABD’nin desteklediği General Pinochet’nin darbesiyle devrilmesi ve daha birçok örnek Latin Amerika’daki demokratikleşmenin olumsuz uluslararası konjonktürden ne kadar menfi bir şekilde etkilendiğini ortaya koymaktadır. Latin Amerika’da demokrasiye geri dönüş, Soğuk Savaş’ın belirli ölçüde yumuşama gösterdiği 1980’lerin ortasına ve Berlin duvarının yıkılmasıyla 1990’lara kadar gecikti.


Zaman şartı
Güney Avrupa, Latin Amerika ve Doğu Avrupa örnekleri bize demokratikleşmenin bir zaman kısıtı olduğunu ve büyük ölçüde uluslararası konjonktürle tanımlanan bu kısıtlı zamanı siyasi aktörlerin iyi değerlendirmeleriyle mümkün olacağını gösteriyor. Demokrasiye geçiş açısından siyasi aktörler arasında geniş tabanlı bir mutabakat sağlanması ne denli önemliyse, zamanın iyi değerlendirilmesi de o denli önemlidir. Mutabakata ulaşmak için siyasi güçlerin elinde fazla zaman yoktur ve zamanın kötü kullanılmasıyla fırsatlar kaçar. Yukarıda belirttiğim ‘içeriden mi dışarıdan mı’ tartışması ise demokratikleşmenin bir mutabakat söylemiyle şekillenen iç dinamikler arası dengenin ne kadar dış bağlamla etkileşim içerisinde olduğunu ortaya koymaktadır. Demokratikleşme taraftarı güçler açılım sürecinin başarıya ulaşabilmesi için bir yandan şiddet ve terör gibi sebeplerle kolayca bozulabilecek oldukça kırılgan iç dengenin korunmasını sağlamak diğer yandan uluslararası bağlamın hızlı değişimini kollamak durumundadırlar.


Türkiye’de AKP hükümeti tarafından başlatılan demokratik açılıma yönelik en sert eleştiriler sürecin dinamiklerinin dışardan tetiklendiği üzerinde odaklanıyor. 1960-80 arası dönemde Türkiye tecrübesi sadece içerideki dinamiklerle başarılmaya çalışılan demokratikleşme süreçlerinin Soğuk Savaş’la şekillenen olumsuz uluslararası ortam yüzünden nasıl çöküntüye uğradığını bizlere gösterdi. 1980 sonrasında yakalanan çeşitli fırsatlar da temelde bu yüzden kaybedildi veya içerde radikal bir demokratikleşme için mutabakat zemini oluşturulamadı. Meclis’teki muhalefet partilerinin ABD’nin Irak’tan çekilmesinin gerektirdiği aciliyetin Türkiye’de iktidarı demokratik açılım sürecini başlatmaya ittiği yöndeki teşhisi doğrudur. Fakat, bu durum Türkiye’de uzun süredir aciliyet teşkil eden demokrasi sorununun çözülmesi için olumlu bir uluslararası ortam olarak da değerlendirilebilir. İktidarın ABD’nin sıkışmışlığından, AB’nin süreci bütünüyle destekler konumda olmasından yararlanarak, ve doğal olarak içeride sağladığı kısmi mutabakata-asker ve bürokrasinin bir kısmının da sürece olumlu bakması- güvenerek böyle bir siyasi manevraya girişmiş olduğu görülebiliyor.


İspanya örneği terör baskısı altında demokratikleşmenin mümkün olabileceğini bize gösterdi. Demokratikleşme süreçleri sabote edilmeye müsait kırılgan süreçlerdir. Sabotajlar rejimin içinden gelebileceği gibi muhalefetten veya terör örgütlerinden gelebilir. Son PKK saldırıları Türkiye’de demokratik açılımı ciddi bir krize sürüklüyor. İspanya, demokrasiye geçiş sürecini adeta baltalayan ETA’ya karşı mücadelesini süreci kararlı bir siyasal yaklaşımla sonlandırarak aştı. İspanya dahil çeşitli ülkelerdeki demokratikleşme örnekleri ve Türkiye’nin kendi tecrübesi demokratikleşmenin üzerindeki terör baskısını aşmak için tek yolun samimi ve kararlı bir siyasi liderlikle sürecin devam ettirilmesi olduğunu gösteriyor. Önemli olan iç ve dış siyasi konjonktürün açtığı fırsat penceresini değerlendirmektir. Demokrasinin bir zaman kısıtı vardır ve ne içerideki mutabakat ne de uygun uluslararası ortam kalıcıdır.



Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

The Reflection Cafe

Site İstatistikleri

Locations of visitors to this page

 

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı