Mehmet Saffet Sarıkaya
SDÜ İlahiyat Fak., Isparta
Fütüvvet teşkilâtının bir yansıması olarak literatürümüze giren Fütüvvetnameler, Ahiliğin adâb, töre ve erkânını didaktik bir metotla açıklayan, teşkilât mensuplarının el kitapları olarak XIII-XVI. yüzyıl Anadolu'sunun dinî ve kültürel tarihi için önemli bilgiler ihtiva eden birincil kaynaklardandır.
Ahilik, kurumsal ilişkilerle birlikte inanç motifleri, merasim erkân ve adabı açısından daha sonra Alevîliği teşkil edecek zümreleri kesin olarak etkilemiş, onlara prototip olmuştur. Ahilikle Bektaşiliğin pirlerinden itibaren ilişki içinde olmaları ve Ahi teşkilatının XV. yüzyılın ikinci yarısından itibaren münhasıran meslek loncalarına dönüşmesi, fütüvvet geleneğinde bulunan bazı unsurların benzer kültür çevreleri tarafından devam ettirilmesine yol açmıştır. Burada en fazla etkilenenler Bektâşî çevreleri ve Alevî ocakları olmuştur. Bu devamlılığın yazılı göstergesi ise, büyük çoğunluğu kütüphanelerimizde yazmalar halinde bulunan Fütüvvetnamelerdir.
Bu bağlamda bildiride Fütüvvetnamelerin tarihi ve kültürel değeri, içerikleri ve Bektaşi Alevî kültüründeki yeri bazı yazma ve basılı Fütüvvetname nüshaları dikkate alınarak incelenecektir.
Fütüvvetname adından da anlaşılacağı gibi fütüvvete dair hususların ele alınıp açıklandığı klasik tasavvufî risalelerdir. Fütüvvet II / VIII yy'da tasavvufa benzer bir anlam kümesine sahip olarak kullanılmaktaydı.[1] Zamanla sufî, fetaya göre daha kapsamlı bir kullanıma sahip olmuş, fütüvvet tasavvuf içinde bir makam olarak değerlendirilmeye başlanmıştır.[2] Fütüvvet sahibi gençler bir araya gelerek Arablar arasında fityan, ayyar, şuttar, Farisiler arasında civanmerd Türkler arasında ise ahi gruplarını oluşturmuşlardır. Halife en-Nasır li-dinillah Bağdad fityanını kontrol edebilmek için onlara katılmış, lider seviyesine yükselerek onları düzenli gruplara dönüştürmüş, kural ve erkânı belirlemiş, hilafet makamını kullanarak diğer ülkelerdeki benzeri örgütlenmeleri kendisine bağlamıştır. Bu bağlamda fütüvvet, Türkiye'de Ahi Evren önderliğinde Ahilikle bütünleşmiştir.
Ahi kelimesi her ne kadar İbn Batûta tarafından Arapça "ahî / kardeşim" kelimesiyle özdeşleştirilerek, kurumun sosyal yapılanmasındaki dayanışmacı yapıyla uyumlu bir şekilde "kardeşlik" anlamıyla karşılanmışsa da kelimenin Divân-ı Lügat-i Türk ve Kutadgu Bilig gibi eserlerdeki kullanımı onu doğrudan Türk bir menşe'e götürmektedir. Anadolu'da XIII. yüzyılın ilk yıllarına ait Ahi unvanlı mezar taşlarına rastlanması[3] bu tezi güçlendirmektedir. Türkçede "Cömert", "eli açık" gibi anlamalara gelen akı kelimesi Anadolu coğrafyasında ses kaymasıyla ahiye dönüşmüştür. Dolayısıyla göçebe kültürde önemli bir olgu olan cömertlik kavramı etrafında Türkler tarafından bir değer yumağının oluşturulmasından, belki de düzensiz bir yapılanmanın varlığından söz etmek mümkündür. Ahi Evren ise bu yapılanmayı yerleşik düzenin ana unsurunu teşkil eden esnaf ağırlıklı düzenli bir teşkilata dönüştürerek haklı olarak teşkilatın kurucusu unvanını almıştır.
XIII. yüzyıl Türkiye'sinde halkın büyük çoğunluğunu kucaklayan Ahilik, kendisinden sonra oluşumunu tamamlayan Bektâşîlik ve Alevîlikle aynı kültür çevresine mensuptur. Bu itibarla Ahilik, kurumsal ilişkiler yanında inanç motifleri ve merasim erkân ve adabı açısından da daha sonra Alevîliği teşkil edecek zümreleri kesin olarak etkilemiş, onlara prototip olmuştur. Diğer yandan Ahiliğin kendisine özgü yapısı müntesiplerine farklı tarikatlarda mürit olma imkânı vermiştir. Bu durum, fütüvvet geleneğinin tasavvufla ilişkisiyle de örtüşerek çeşitli tarikat çevrelerinin kendilerine özgü Fütüvvetnameler kaleme almalarına yol açmıştır.
Konuyu Bektaşilik bağlamında değerlendirirsek, Ahi Evren ve Hacı Bektaş Veli'nin şahsında başlayan ilişki kurumsal olarak da devam etmiştir. XVI. yüz yıla kadar yazılan bazı hacimli önemli Fütüvvetnameler, içerikleri bakımından çeşitli inanç motifleri, merasim adap ve erkânı vb. unsurlarla bu devamlılığı açıkça göstermektedir. Öte yandan münhasıran Bektaşiler tarafından kaleme alınan Fütüvvetnameler de dikkat çekicidir. Bu eserler, Köprülü'nün ifadesiyle, dinî-ahlakî motiflere sahip içerikleriyle yazıldıkları dönemin ve coğrafyanın dinî tarihine ışık tutan ilk el kaynaklar[4] olma özelliğini korumaktadırlar. Günümüzde ise Alevilikle ilgili kimlik tanımlamalarında, "keşifçi" tanımların içeriğini doldurulması bağlamında önemleri bir kat daha artmıştır. Bunların farklı Alevi çevrelerde yer alması ve XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar tarihlenmesi, fütüvvet geleneğinin Alevi zümreler arasında ne kadar güçlü ve devamlı olduğunu göstermektedir. Bildiride konumuz açısından önemli bazı Fütüvvetnameler tanıtılıp, Bektaşilikle ilgili inanç motiflerine işaret edilecektir.
Kızıl Deli Sultan Ocağı bağlılarından Bektaş Bey adlı biz zatın özel bir Kütüphanesinde yer alan yer alan Fütüvvetname nüshası da konumuz açısından ilginç görünmektedir.[14] Baş tarafı eksik eseri ilginç kılan şey, fütüvvetin tanımıyla ilgili kısımda Şeyh Safî'nin fütüvvet tanımını vermesidir. Bu bağlamda eserin Safevî uzantılı Kızıbaşlarla ilgili olması muhtemeldir. Her sayfasında 25 satırın yer aldığı 176 varaklık bir mecmua niteliğindeki eserin son sayfa derkenarında 29 Rebiulevvel 1087 / 11 Haziran 1676 tarihi istinsah tarihini göstermektedir. Fütüvvetnamenin bitiminde Ramazan 1086 / 1675, 57a'da ‘Işkname'den önce Şevval 1086 / 1675-76 tarihi kaydedilmiştir. Müstensih Fütüvvetname'nin sonunda adını Abbas Yazıcı olarak vermektedir. Digital ortamda fersude görünümde olan mecmuanın 177-186 arasında 1289 / 1872 tarihli matbu Mersiyye'nin yer alması eserin son dönemde ciltlendiğini göstermektedir. Mecmua Fütüvvetname ile başlar (2a-11b), Şeyh Safi Menakıbı ile devam eder( 11b-45b, 100a-115b'de tekrar Şeyh Safi Menakıbı verilir). 45b-46b'de Evsaf-ı Hacı Bektaş Veli 46a-57a'da Tacname, 57a-100a'da Abdulmecid b. Feriştah'ın ‘Işkname'si, 11b-118a'da Nasihatname-i Hatayi, 118a-133a'da Meşayihname-i Hatayi, 133a-145b'de Delil-i budala (Defter-i aşık), 145b-165'de Menakıb-ı Fazlullah, 165a-176a'da Kitab-ı tarikatname-i Ca'fer Sadık yer almaktadır. Eserde Hurufi metinlerinin de yer alması, bu kültürün Kızılbaşları arasındaki yerini göstermesi bakımından önemlidir.
Eserde yer alan Fütüvvetname'de büyük ölçüde Burgazi'den alınmış gibi görünüyor. Metin fütüvvetin tarifiyle başlıyor. Fütüvvet ağacının tavsifi, ilmin faydası, ahlakın önemi, pir ve şeyhin gerekliliği ve şeyh-talib ilişkisi, Musa Hızır kıssası, şeyhin özellikleri, Yiğit-Ahi Şeyhin tarifi, şeriat ve tarikatın gerekliliği, namazın önemi, ahinin kıyafetleri, dervişlik ve sufiliğin açıklanması, yiğit-ahi-şeyhin musahiplerinin yoldaşlarının açıklanması, dervişlik ve sofilik nedir, hakikatin açıklanması, fütüvvet ehlinin ahlakı ve fütüvvete alınmayanlar konuları fasıllar halinde anlatıyor.
Bildiri hazırlıklarını yaparken dikkatimiz çeken bir Fütvüvetname nüshası da doğrudan Bektaşilik erkânıyla alakalıdır.[15] Fütüvvetname-i Bektaşiyye (1b) başlığı taşıyan eser Razavî'nin eserine benzer bir mukaddime ile başlar. Müellifin adının Muhammed b. Seyyid Alaaddin el-Hüseyin Hoyî adıyla verilmesi, aynı kişiden bahsedilmesi kaydıyla Razavî'nin memleketinin Hoy olduğunu göstermesi bakımından ilginçtir. Eserin 15a-b'sinde bir ikrar töreninin açıklamasına girişmeden önce Hünkar Hacı Bektaş Veli, vekilleri İbrahim Enveri Baba Efendi (rahmetullahi aleyh), Hz. Muhammed, Hz. Ali, İmam Cafer-i Sadık anılmaktadır. Bunu takiben müellif 16-a'da adını Muhammed Seyfüddin b. Zülfikar Derviş Ali diye vermektedir. 27-a'da eserin yazılış tarihi açıkça 21 Cemaziyelevvel 1269 (2 Mart 1853) olarak verilmektedir. İbrahim Enveri Baba'nın kimliği şimdilik meçhul olmakla birlikte eğer bir istinsah hatası ise 1267 / 1851'de vefat eden Edhem Baba olabilir mi? Diye düşünülebilir. İ. Özmen, Derviş Ali'nin Orta Anadolu'dan olduğunu ve Feyzullah Baba'ya mensup olduğunu ifade etmektedir.[16] Eserin yazılış tarihinin verilmesi her halükarda işimizi kolaylaştırmakta, müellifin üslubundan Babagân kolundan, tarikat-ı nazeninden olduğu anlaşılmaktadır. Üstelik Necip Asım, Bektaşi İlmihali diye adlandırıp neşrettiği eserde aynı müellifin farklı bir eserini veya bu eserin farklı bir kopyasını dikkate alarak neşretmiştir. Necip Asım'ın neşrettiği eserdeki İkrar meydanı bizim incelediğimiz nüsha ile hemen tamamen örtüşmektedir.
...
Sonuç
Gerek XVI. yüzyıldan önce yazılan bazı hacimli Fütüvvetnameleri gerekse Bektaşi çevrelerinde yazılan çeşitli Fütüvvetnameleri değerlendirdiğimizde, aynı kültür kökenine ve çevresine sahip Ahilik, Bektaşilik ve Alevîliğin bu birlikteliklerinin din anlayışları ve dinî hayatlarında devam ettiği açıkça görülmektedir. Kurumsal bakımından daha önce olan fütüvvet-ahi teşkilatının sadece adâp ve erkân bakımından değil, çeşitli gelenek ve inanç motifleri bakımından da Bektaşî ve Alevî kültürünü etkilediği anlaşılmaktadır. Ahi şedd (bel bağlama) törenleri kısmen değişime uğrayarak Bektaşî ve Alevî zümreleri tarafından benimsenmekle kalmamış, şedd ile ilgili geleneksel temellendirmelerde büyük ölçüde bu zümreler tarafından kabul edile gelmiş, silsileler bu gelenekle birlikte yâd edilmiş, törenleri süsleyen tercüman ve gülbanklar aynı şekilde terennüm edilmiştir.
Fütüvvetnameler XIII. yüz yıldan itibaren Türkiye'deki halk dindarlığıyla ilgili değişim ve gelişmeleri, özellikle XV. yüz yılın ikinci yarısından itibaren etkisi beliren Safevî Şîîliğinin izlerini takip etme imkânı da sunmaktadır. Aynı zamanda içerikleri bakımından teşkilatla ilgili gelişmelerin ipuçlarını vermektedir. Dolayısıyla ilgili dönemler için Türkiye'nin sosyal ve dinî tarihi açısından ilk el kaynaklar olarak kendilerinden yararlanılmayı ve haklarında araştırma yapılmayı beklemektedirler.
Kaynak: Kanal Kultur
.
SDÜ İlahiyat Fak., Isparta
Fütüvvet teşkilâtının bir yansıması olarak literatürümüze giren Fütüvvetnameler, Ahiliğin adâb, töre ve erkânını didaktik bir metotla açıklayan, teşkilât mensuplarının el kitapları olarak XIII-XVI. yüzyıl Anadolu'sunun dinî ve kültürel tarihi için önemli bilgiler ihtiva eden birincil kaynaklardandır.
Ahilik, kurumsal ilişkilerle birlikte inanç motifleri, merasim erkân ve adabı açısından daha sonra Alevîliği teşkil edecek zümreleri kesin olarak etkilemiş, onlara prototip olmuştur. Ahilikle Bektaşiliğin pirlerinden itibaren ilişki içinde olmaları ve Ahi teşkilatının XV. yüzyılın ikinci yarısından itibaren münhasıran meslek loncalarına dönüşmesi, fütüvvet geleneğinde bulunan bazı unsurların benzer kültür çevreleri tarafından devam ettirilmesine yol açmıştır. Burada en fazla etkilenenler Bektâşî çevreleri ve Alevî ocakları olmuştur. Bu devamlılığın yazılı göstergesi ise, büyük çoğunluğu kütüphanelerimizde yazmalar halinde bulunan Fütüvvetnamelerdir.
Bu bağlamda bildiride Fütüvvetnamelerin tarihi ve kültürel değeri, içerikleri ve Bektaşi Alevî kültüründeki yeri bazı yazma ve basılı Fütüvvetname nüshaları dikkate alınarak incelenecektir.
Fütüvvetname adından da anlaşılacağı gibi fütüvvete dair hususların ele alınıp açıklandığı klasik tasavvufî risalelerdir. Fütüvvet II / VIII yy'da tasavvufa benzer bir anlam kümesine sahip olarak kullanılmaktaydı.[1] Zamanla sufî, fetaya göre daha kapsamlı bir kullanıma sahip olmuş, fütüvvet tasavvuf içinde bir makam olarak değerlendirilmeye başlanmıştır.[2] Fütüvvet sahibi gençler bir araya gelerek Arablar arasında fityan, ayyar, şuttar, Farisiler arasında civanmerd Türkler arasında ise ahi gruplarını oluşturmuşlardır. Halife en-Nasır li-dinillah Bağdad fityanını kontrol edebilmek için onlara katılmış, lider seviyesine yükselerek onları düzenli gruplara dönüştürmüş, kural ve erkânı belirlemiş, hilafet makamını kullanarak diğer ülkelerdeki benzeri örgütlenmeleri kendisine bağlamıştır. Bu bağlamda fütüvvet, Türkiye'de Ahi Evren önderliğinde Ahilikle bütünleşmiştir.
Ahi kelimesi her ne kadar İbn Batûta tarafından Arapça "ahî / kardeşim" kelimesiyle özdeşleştirilerek, kurumun sosyal yapılanmasındaki dayanışmacı yapıyla uyumlu bir şekilde "kardeşlik" anlamıyla karşılanmışsa da kelimenin Divân-ı Lügat-i Türk ve Kutadgu Bilig gibi eserlerdeki kullanımı onu doğrudan Türk bir menşe'e götürmektedir. Anadolu'da XIII. yüzyılın ilk yıllarına ait Ahi unvanlı mezar taşlarına rastlanması[3] bu tezi güçlendirmektedir. Türkçede "Cömert", "eli açık" gibi anlamalara gelen akı kelimesi Anadolu coğrafyasında ses kaymasıyla ahiye dönüşmüştür. Dolayısıyla göçebe kültürde önemli bir olgu olan cömertlik kavramı etrafında Türkler tarafından bir değer yumağının oluşturulmasından, belki de düzensiz bir yapılanmanın varlığından söz etmek mümkündür. Ahi Evren ise bu yapılanmayı yerleşik düzenin ana unsurunu teşkil eden esnaf ağırlıklı düzenli bir teşkilata dönüştürerek haklı olarak teşkilatın kurucusu unvanını almıştır.
XIII. yüzyıl Türkiye'sinde halkın büyük çoğunluğunu kucaklayan Ahilik, kendisinden sonra oluşumunu tamamlayan Bektâşîlik ve Alevîlikle aynı kültür çevresine mensuptur. Bu itibarla Ahilik, kurumsal ilişkiler yanında inanç motifleri ve merasim erkân ve adabı açısından da daha sonra Alevîliği teşkil edecek zümreleri kesin olarak etkilemiş, onlara prototip olmuştur. Diğer yandan Ahiliğin kendisine özgü yapısı müntesiplerine farklı tarikatlarda mürit olma imkânı vermiştir. Bu durum, fütüvvet geleneğinin tasavvufla ilişkisiyle de örtüşerek çeşitli tarikat çevrelerinin kendilerine özgü Fütüvvetnameler kaleme almalarına yol açmıştır.
Konuyu Bektaşilik bağlamında değerlendirirsek, Ahi Evren ve Hacı Bektaş Veli'nin şahsında başlayan ilişki kurumsal olarak da devam etmiştir. XVI. yüz yıla kadar yazılan bazı hacimli önemli Fütüvvetnameler, içerikleri bakımından çeşitli inanç motifleri, merasim adap ve erkânı vb. unsurlarla bu devamlılığı açıkça göstermektedir. Öte yandan münhasıran Bektaşiler tarafından kaleme alınan Fütüvvetnameler de dikkat çekicidir. Bu eserler, Köprülü'nün ifadesiyle, dinî-ahlakî motiflere sahip içerikleriyle yazıldıkları dönemin ve coğrafyanın dinî tarihine ışık tutan ilk el kaynaklar[4] olma özelliğini korumaktadırlar. Günümüzde ise Alevilikle ilgili kimlik tanımlamalarında, "keşifçi" tanımların içeriğini doldurulması bağlamında önemleri bir kat daha artmıştır. Bunların farklı Alevi çevrelerde yer alması ve XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar tarihlenmesi, fütüvvet geleneğinin Alevi zümreler arasında ne kadar güçlü ve devamlı olduğunu göstermektedir. Bildiride konumuz açısından önemli bazı Fütüvvetnameler tanıtılıp, Bektaşilikle ilgili inanç motiflerine işaret edilecektir.
Kızıl Deli Sultan Ocağı bağlılarından Bektaş Bey adlı biz zatın özel bir Kütüphanesinde yer alan yer alan Fütüvvetname nüshası da konumuz açısından ilginç görünmektedir.[14] Baş tarafı eksik eseri ilginç kılan şey, fütüvvetin tanımıyla ilgili kısımda Şeyh Safî'nin fütüvvet tanımını vermesidir. Bu bağlamda eserin Safevî uzantılı Kızıbaşlarla ilgili olması muhtemeldir. Her sayfasında 25 satırın yer aldığı 176 varaklık bir mecmua niteliğindeki eserin son sayfa derkenarında 29 Rebiulevvel 1087 / 11 Haziran 1676 tarihi istinsah tarihini göstermektedir. Fütüvvetnamenin bitiminde Ramazan 1086 / 1675, 57a'da ‘Işkname'den önce Şevval 1086 / 1675-76 tarihi kaydedilmiştir. Müstensih Fütüvvetname'nin sonunda adını Abbas Yazıcı olarak vermektedir. Digital ortamda fersude görünümde olan mecmuanın 177-186 arasında 1289 / 1872 tarihli matbu Mersiyye'nin yer alması eserin son dönemde ciltlendiğini göstermektedir. Mecmua Fütüvvetname ile başlar (2a-11b), Şeyh Safi Menakıbı ile devam eder( 11b-45b, 100a-115b'de tekrar Şeyh Safi Menakıbı verilir). 45b-46b'de Evsaf-ı Hacı Bektaş Veli 46a-57a'da Tacname, 57a-100a'da Abdulmecid b. Feriştah'ın ‘Işkname'si, 11b-118a'da Nasihatname-i Hatayi, 118a-133a'da Meşayihname-i Hatayi, 133a-145b'de Delil-i budala (Defter-i aşık), 145b-165'de Menakıb-ı Fazlullah, 165a-176a'da Kitab-ı tarikatname-i Ca'fer Sadık yer almaktadır. Eserde Hurufi metinlerinin de yer alması, bu kültürün Kızılbaşları arasındaki yerini göstermesi bakımından önemlidir.
Eserde yer alan Fütüvvetname'de büyük ölçüde Burgazi'den alınmış gibi görünüyor. Metin fütüvvetin tarifiyle başlıyor. Fütüvvet ağacının tavsifi, ilmin faydası, ahlakın önemi, pir ve şeyhin gerekliliği ve şeyh-talib ilişkisi, Musa Hızır kıssası, şeyhin özellikleri, Yiğit-Ahi Şeyhin tarifi, şeriat ve tarikatın gerekliliği, namazın önemi, ahinin kıyafetleri, dervişlik ve sufiliğin açıklanması, yiğit-ahi-şeyhin musahiplerinin yoldaşlarının açıklanması, dervişlik ve sofilik nedir, hakikatin açıklanması, fütüvvet ehlinin ahlakı ve fütüvvete alınmayanlar konuları fasıllar halinde anlatıyor.
Bildiri hazırlıklarını yaparken dikkatimiz çeken bir Fütvüvetname nüshası da doğrudan Bektaşilik erkânıyla alakalıdır.[15] Fütüvvetname-i Bektaşiyye (1b) başlığı taşıyan eser Razavî'nin eserine benzer bir mukaddime ile başlar. Müellifin adının Muhammed b. Seyyid Alaaddin el-Hüseyin Hoyî adıyla verilmesi, aynı kişiden bahsedilmesi kaydıyla Razavî'nin memleketinin Hoy olduğunu göstermesi bakımından ilginçtir. Eserin 15a-b'sinde bir ikrar töreninin açıklamasına girişmeden önce Hünkar Hacı Bektaş Veli, vekilleri İbrahim Enveri Baba Efendi (rahmetullahi aleyh), Hz. Muhammed, Hz. Ali, İmam Cafer-i Sadık anılmaktadır. Bunu takiben müellif 16-a'da adını Muhammed Seyfüddin b. Zülfikar Derviş Ali diye vermektedir. 27-a'da eserin yazılış tarihi açıkça 21 Cemaziyelevvel 1269 (2 Mart 1853) olarak verilmektedir. İbrahim Enveri Baba'nın kimliği şimdilik meçhul olmakla birlikte eğer bir istinsah hatası ise 1267 / 1851'de vefat eden Edhem Baba olabilir mi? Diye düşünülebilir. İ. Özmen, Derviş Ali'nin Orta Anadolu'dan olduğunu ve Feyzullah Baba'ya mensup olduğunu ifade etmektedir.[16] Eserin yazılış tarihinin verilmesi her halükarda işimizi kolaylaştırmakta, müellifin üslubundan Babagân kolundan, tarikat-ı nazeninden olduğu anlaşılmaktadır. Üstelik Necip Asım, Bektaşi İlmihali diye adlandırıp neşrettiği eserde aynı müellifin farklı bir eserini veya bu eserin farklı bir kopyasını dikkate alarak neşretmiştir. Necip Asım'ın neşrettiği eserdeki İkrar meydanı bizim incelediğimiz nüsha ile hemen tamamen örtüşmektedir.
...
Sonuç
Gerek XVI. yüzyıldan önce yazılan bazı hacimli Fütüvvetnameleri gerekse Bektaşi çevrelerinde yazılan çeşitli Fütüvvetnameleri değerlendirdiğimizde, aynı kültür kökenine ve çevresine sahip Ahilik, Bektaşilik ve Alevîliğin bu birlikteliklerinin din anlayışları ve dinî hayatlarında devam ettiği açıkça görülmektedir. Kurumsal bakımından daha önce olan fütüvvet-ahi teşkilatının sadece adâp ve erkân bakımından değil, çeşitli gelenek ve inanç motifleri bakımından da Bektaşî ve Alevî kültürünü etkilediği anlaşılmaktadır. Ahi şedd (bel bağlama) törenleri kısmen değişime uğrayarak Bektaşî ve Alevî zümreleri tarafından benimsenmekle kalmamış, şedd ile ilgili geleneksel temellendirmelerde büyük ölçüde bu zümreler tarafından kabul edile gelmiş, silsileler bu gelenekle birlikte yâd edilmiş, törenleri süsleyen tercüman ve gülbanklar aynı şekilde terennüm edilmiştir.
Fütüvvetnameler XIII. yüz yıldan itibaren Türkiye'deki halk dindarlığıyla ilgili değişim ve gelişmeleri, özellikle XV. yüz yılın ikinci yarısından itibaren etkisi beliren Safevî Şîîliğinin izlerini takip etme imkânı da sunmaktadır. Aynı zamanda içerikleri bakımından teşkilatla ilgili gelişmelerin ipuçlarını vermektedir. Dolayısıyla ilgili dönemler için Türkiye'nin sosyal ve dinî tarihi açısından ilk el kaynaklar olarak kendilerinden yararlanılmayı ve haklarında araştırma yapılmayı beklemektedirler.
Kaynak: Kanal Kultur
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder