25 Mayıs 2007 Cuma

Shakespeare - Yaz Günü

.
Benzetebilir miyim bir yaz gününe seni?
Sen daha sevimlisin, daha sakinsin ondan.
Sert rüzgarlar Mayısın narin çiçeklerini.
Hırpalar; Yaz ise pek çabuk geçer...Durmadan!
.
Bazan, kızgın olarak, parlar gözü semanın...
Bir karartıyla sık sık söner altın bakışı;
Her güzel, güzelliğini kaybeder: Tabiatın-
Sebep olur da bazan bu kararsız akışı!
.
Fakat senin ebedi yazın hiç sönmeyecek,
Dönmeyecek sendeki güzellik bir yalana.
Ölüm sana yaklaştı diye, öğünmeyecek:
.
Sen eşitken ebedi mısralarla zamana
Yaşadıkça insanlar, görebildikçe gözler,
Seni yaşatmak için yaşayacak bu sözler
.
William Shakespeare

.
Resim: Flickr.com
.

24 Mayıs 2007 Perşembe

Türkiye’nin İktisadi Kalkınma Yolunda Son 100 Senesinin Hikayesi

Tuğrul Gürgür, Dünya Bankası
.
Yazimizin konusu Türkiye’nin iktisadi kalkinma yolunda son 100 senesinin hikayesi. 3 bolumden olusan bir yazi dizisi bu. Ilk kismi ile basliyoruz soze.

Konu, sadece kendi basina onemli degil; ayni zamanda farkli dusunce kutuplarinda olan insanlarin nasil olup da ayni yanilgi icinde oldugunu gostermesi bakimindan da ilginc.

Ornek olarak, once Deniz Gokce ne demis ona bakalim, ardindan eski planlamacilardan (DPT) Gungur Uras, Ziya Müezzinoğlu ve Atilla Karaosmanoğlu neler konusmuslar, onlari dinleyelim. Son olarak Bagimsiz Sosyal Bilimcilerden Korkut Boratav'a kulak verelim:
.
ORNEK 1: “Özetle 1962 yılında benzer makroekonomik durumu olan Yunanistan ve Türkiye’den, Yunanistan AB üyesi olduktan sonra sosyal ve ekonomik anlamda birçok alanda bize fark atmış bulunuyor.” Deniz Gokce, Aksam, 23.03.2007
.
ORNEK 2: “Dün yapılan plancılar toplantısında Ziya Müezzinoğlu ile Atilla Karaosmanoğlu'nu bulmuşken, sordum: "Ekonomi uçuşa geçti... Bundan iyisi can sağlığı...Eski plancı olarak bu parlak rakamları nasıl değerlendiriyorsunuz?"
.
Anlattılar: “Büyüyoruz ama, "kendi ölçülerimizle büyüyoruz". Kendimizi kendimizle karşılaştırarak büyüdük diye seviniyoruz. Üçüncü Beş Yıllık Plan hazırlanırken (1972) Türkiye, Yunanistan, İspanya ve Portekiz aynı çizgideydi. Dördünde de demokrasi özürlü, kişi başı gelir aynıydı. Bugün Yunanistan, İspanya ve Portekiz, demokrasi ve kalkınma sorununu halletti. Hepsi AB'ye katıldı. Kişi başı gelir bizde 5.500 dolar onlarda 15-20 bin dolar.”
.
ORNEK 3: 1960-1980 arasi planli donemi “altin cag” olarak goren bir digeryazi icin, bakiniz Korkut Boratav, Neoliberal dönemin bir bilançosu, 28.06.2006
...
Yukarida yazilanlarin her ucu de yanlis. Turkiye ne Yunanistan ile 1960’larda benzer duzeydeydi, ne Yunanistan, İspanya ve Portekiz ile 1970’lerin basinda ayni cizgideydi, ne de Turkiye 1960-80 doneminde altin cagini yasadi. Peki dogrusu nedir?
.
Hikayemiz 1913 yili ile basliyor, 2006’ya kadar devam ediyor ve bol bol grafik iceriyor.
.

Grafik 1: Kisi Basina Milli Gelir – Yunanistan, Portekiz, Ispanya

1. Yunanistan, Ispanya ve Portekiz bizden her zaman daha zenginler imis. Son 100 senede hic bir donem onlarla ayni seviyeye gelememis.

2. Bu uc ulke, Avrupa Toplulugu’na daha girmeden ve esas olarak 1960-80 arasinda bize toz yutturmuslar.
.
3. 1980 sonrasi “neo-liberal” donemde ise fark bir olcude azalmis; ozellikle Ozal doneminde.
.
4. 1990’larda zaman kaybetmekle kalmayip, ayni zamanda mesafe kaybetmisiz.
.
5. Bugun geldigimiz nokta, 1975 senesi ile ayni.
.
Devamı:
.
Simdi diger ulkeleri bir kenara atip kendimize bakalim. Buyume hizimiz, donemler itibari ile nasil olmus? Cumhuriyet donemini 4’e ayiriyoruz:
.
1. Cumhuriyet’in ilk yillari ve Tek Parti Donemi: 1923-1950
2. Demokrat Parti Donemi: 1951-1960
3. Planli Ekonomi Donemi: 1961-1980
4. Serbest Ekonomi Donemi: 1981-2006
...
Grafigi Büyültmek İçin Üzerine Tıklayınız
.
Bir kac gozlem daha:
1. Medyamizda ve ekonomi camiasinda yaygin bir adet vardir: efsaneler yaratmak. Cumhuriyet'in ilk doneminde soyle buyuduk, planli donemde boyle buyuduk, serbest piyasa ekonomisine girerek ocagimiza incir agaci diktiler vs. Yukaridaki grafik size "Yok birbirimizden farkimiz, ama biz Osmanli Bankasiyiz" reklamini hatirlatmiyor mu?
.
2. Matematikte 72 kurali diye bir sey var (kuraldan cok parmak hesabi aslinda). Mesela geliriniz her sene %6 artiyorsa, iki katina cikmasi icin 72/6=12 sene gerekir. Bu hesaba gore, bizim kisi basina milli geliri 2 katina cikarmamiz icin 72/2.4= 30 sene gerekiyor. Olme esegim olme...
.
3. Yukaridaki grafige bakip Demokrat Parti'nin "ekonomik mucize" yarattigi hissesine kapilmayin. Yazinin devamini okuyun.
.
Simdi 1950 sonrasi doneme daha detayli bakalim:
.
Grafik asagida. DP donemi haric, diger 3 donemde birbirine bu kadar yakin buyume hizi yasanmasi bence korkutucu. Uzun donemde %2 civari kisi basina buyumenin uzerine cikmak nasip olmayacak mi bize?
...
1. Demokrat Parti’nin ilk yillari: 1951-53
2. 1954 krizi sonrasi Demokrat Parti: 1954-60
3. 27 Mayis Darbesi ve Inonu hukumeti: 1961-65
4. Demirel’li yillar: 1966-71
5. Ara rejim ve koalisyon yillari: 1972-80
6. Ara rejim ve serbest ekonomiye gecis: 1981-83
7. Anavatan partisi ve Ozal (ilk donem): 1984-87
8. Anavatan partisi (ikinci donem): 1988-91
9. DYP-SHP koalisyonu : 1992-95
10. Bir koalisyondan diger bir koalisyona yillari: 1996-2001
11. Kriz sonrasi ve AKP: 2002-2006
.Grafigi Büyültmek İçin Üzerine Tıklayınız
.
Benim yorumum soyle:
1. Demokrat Parti iktidarinin tamaminda Turkiye hizli bir buyume sergilediyse de, bu buyume daha cok ilk 3 senede meydana gelmis. Bu donemde disa kapali ve korumaci ekonomi politikalarinin yerine, tarim agirlikli, dis pazarlara yonelik ve serbest dis ticaret rejimine dayali bir strateji izlenmis, ortaya cikan ticaret acigi dis yardimlar ve dis borc ile finanse edilmis.
.
2. 1953 ve 1954'de ust uste tarim sektorunde meydana gelen daralmalar ve dis ticaret aciklari, 1954'de yuksek oranda devaluasyon ile sonuclanmis. Krize sebep olan doviz aciginin da etkisi ile, ithal ikamesine dayali, sanayi agirlikli, ozel sektorun devlet destegi ile gelismesini amaclayan, korumaci bir ekonomi politikasina gecilmis ve 1954-60 donemdinde vasat bir ekonomik buyume gerceklesmis. Ithal ikameci politikalara ragmen, dis ticaret aciginin devam etmesi, 1958'de yeni bir devaluasyona sebep olmus.
.
3. Demirel'li yillar (1966-71) ortalamanin uzerinde buyume oldugu bir donem. Planli ekonominin ve ithal ikamesinin ilk asamasi olan temel tuketim mallarinin yurt icinde uretimi basarili ile uygulaniyor. Ardindan sira dayanakli tuketim, ara ve sermaye mali ikamesine gelince problemler basliyor. 70'li yillarda meydana gelecek ekonomik krizin tohumlari bu donemde atiliyor. Tezat bir sekilde, ithal ikameci politikalar kendine yeterli (tam bagimsiz!) bir uretim sisteminin kurulmasina yardimci olmuyor. Ozel kesim, disariyla rekabet edecek, ihracati arttiracak bir uretim yerine koruma duvarlarinin yarattigi yuksek karlar sebebi ile ic pazara yonelik calisiyor. Sonucta, iceride uretimin devami disaridan ithal edecek ara ve sermaye mali ithalatina bagimli kalmaya devam ederken, bu ithalati yapacak ihracat kapasitesi kurulamiyor.
.
4. 1970'li yillarin baslarinda isci dovizleri ve Dovize Cevrilebilir Mevduat yolu ile karsilanan ithalat ihtiyaci, daha sonraki yillarda artan petrol fiyatlari, ambargo ve dis borc kaynaklarinin kurumasi ile daha fazla finanse edilemiyor. 1977-1980 arasi ekonomi ust uste krizlere giriyor.
.
5. 1980'de ithal ikameci politikalar yerini piyasa mekanizmasi icinde, disa acik, ihracata yonelik kalkinma politikalarina birakiyor. 1984-87 arasi Ozal'li yillarda, ekonomi yuksek bir performans gosteriyor.
.
6. Ancak, Anavatan Partisi'nin ikinci doneminde, 1988-1991, buyume orani dusuyor. Bunun sebepleri arasinda, 1987 seciminin de etkisiyle asiri isinan ekonomi, 1989 secimlerinin yarattigi siyasi belirsizlik, 1989 sonrasi ve ozellikle 1991 secimlerinden once uygulanan populist politikalar, 1990 Korfez Savasi sayilabilir.
.
7. 1992-1995 arasi vasat bir performas goruyoruz. 1992'de Demirel, 1993'de Ciller hukumetlerinin devam ettirdikleri faiz disi acik yaratan genisleyici maliye politikalari, kamu aciklarinin sebep oldugu yuksek faizler, yuksek faizi emir komuta zinciri icinde para basarak dusurmeye calisan bir ekonomi yonetiminin sebep oldugu 1994 krizi, kriz sonrasi bir sure izlenen sonra 1995 secimleri sebeiyle birakilan istikrar politikalari bu donemin iz birakan olaylari.
.
8. 1996-2001 arasi tam bir felaket. Iki partili, uc partili koalisyonlar, azinlik hukumetleri, artan kamu aciklari, reel olarak %20'lerde gezen faizler, siyasi istikrarsizlik, post-modern darbeler, 1997'de Asya'da, 1998'de Rusya'da meydana krizler, 1999 depremi ve nihayet 2001 krizi.
.
9. 2002 sonrasi icinde bulundugumuz donem. Anlatmaya hacet yok.
.
Burada uzerinde durulmasi gereken bir husus var.
.
Her ekonominin, kisa vadede statik, uzun vadede degisen, bir buyume potansiyeli bulunur. Bu potansiyelin uzerine kisa donemde cikmak mumkun olsa da, daha sonra tekrar ortalama duzeye geri donuluyor. 1951-53 arasi buyume hizimiz cok guzelmis. Ama kalici olmamis. 1966-71 arasi ve 1984-87 arasi ayni sekilde.
.
2002 sonrasi icin bir hukum vermek icin erken. Son 5 sene icinde yasadigimiz buyume, gerek sure gerekse buyume hizi olarak digerlerinin cok otesinde. Acaba istikrarli bir buyume saglayacak yapiyi kurabildik mi? Acaba uzun donemli buyume potansiyelimizi yukseltmeyi basardik mi? Daglar ne kadar yuksek, denizler ne kadar derin? A-10 Thunderbird durdurulabilir mi? Bu sorularin cevabini yasayarak gorecegiz.
...
Yazinin Tamami:
.
Yazi dizimizin ucuncu ve son bolumunde 1980 sonrasi doneme daha yakindan bakip, dunya nereye gitmis biz nereye gitmisiz onu inceleyecegiz.
...

Grafik 1: GSYIH Artis Hizi

Benim yorumum soyle:

1. 1981-88 arasi iki gruptan da daha yuksek bir hizla buyumusuz.
.
2. 1989-94 arasi dunyada buyume hizi dusmus, bizim ki daha cok dusmus.
.
3. 1995-2001 arasi ulkeler buyume hizlarini arttirmislar – ozellikle gelismekte olan ulkeler. Biz yavaslamaya devam etmisiz. Yani onlarin buyume hizi artti diye, bizimki de otomatik olarak artmamis !!!
.
4. 2002-2006 arasi dunyada buyume hizi artmaya devam etmis. Gelismekte olan ulkeler iyice hizlanmislar. Buyume hizlarini yaklasik 2 puan arttirmislar. Biz de dustugumuz yerden kalkmisiz. Hizimizi 2 degil, 4.5 arttirmisiz.
.
Simdi ayni analizi bolgeler bazinda yapalim.
...
Devamı:
.

21 Mayıs 2007 Pazartesi

Bir Belgesel: Türkiye’de Askeri Darbeler

1960, 1971, 1980 darbelerini ve 1997 askeri mudahalesini konu alan bir dokumanter film

Yonetmen: Elif Savas Felsen
Produktor: Brian Felsen
Yapım Yılı: 1999

DARBE New York Council on the Arts and the Experimental Television Center yardimlariyla yapilmistir.

Darbe; 1920'lerde Ataturk tarafindan yaratilan ordu kontrolu altinda demokratik sistemi, ulkenin politik ve kulturel hayatinda askeri kuvvetlerin yerini, herbir darbenin sebep ve sonuclarini, Guney Amerika darbelerinden farklarini ve militer demokrasinin gelecegini inceliyor.

Darbe filminde bir adet dahi anlati veya sonradan hazirlanmis film bulunmamaktadir. Bunun yerine film aktivistler, politikacilar ve askeri liderlerin roportajlarini askeri harekatlar ve sokak gosterilerini gosteren olaganustu ozel arsiv goruntuleri ile birbirine ormektedir. Bu yontem, Turkiye'deki bugunku cesitli tartisma ortamlarini, birbirinden kokunden farkli gorus acilarini bir anlaticinin filtresinden gecirmeden gostermeyi sagliyor. Boylece film konusuna sadik kalarak seyircisine hukumet, askeri kuvvetler ve asiri uclarin yikici ayriligini gorsel olarak tecrube ettirirken, sadece "kisa haber" olmaktan oteye giderek, kucak dolusu bilgi veriyor.

KONUSMACILAR
Filmde konusanlar arasinda eski Saglik Bakani, Ic ve Disisleri Bakanlari, anayasa yazarlari, Meclis uyeleri, Cumhurbaskani ve Basbakan danismanlari, ordu mensublari, darbe liderleri, istihbarat ajani, yayinevi sahipleri, parti liderleri, aktivistler, eski idam mahkumlari ve bilim adamlari bulunmaktadir.

Filmde bulunanlarin bazilari daha once deneyimleri hakkinda hicbir yerde konusmadilar. Yapimcilar ilk kez farkli taraflardan politikacilari ve hatta asiri uclari biraraya getirerek uluslararasi onem tasiyan konularda konusturdular.

Herseyden onemlisi DARBE dunyayi degistiren olaylarin bir sozlu tarihi. Seyirciler olaylari olaylarin ortasinda bulunmus olanlarin agizlarindan dogrudan duymak olanagina sahipler. 1960 darbesine katilanlarin pekcogu 80. yaslarini coktan gectiler, bu film onlarin yasadiklarina pencere aciyor ve dusuncelerini muhafaza ediyor. Daha simdiden dort konusmacimiz aramizdan ayrildi: General Muhsin Batur (filmin cekiminden az sonra Istanbul'da Florence Nightingale Hastahanesi'nde dogal sebeplerden oldu), Gazeteci Raif Ertem, Anayasa Hukuku Profesoru Bulent Tanor, ve Gazeteci Ahmet Taner Kislali (filmin tamamlanmasindan hemen sonra evinin hemen disinda bir bomba ile olduruldu).

GORUNTULER
Daha once hic gorulmemis fotograflar, dokumanlar, ses bantlari, haber yayin organlarindan ve kisisel arsivlerden saglanan filmler bu dokumanterin bel kemigini olusturuyor. Filmde 1910'lardan bir Osmanli Pasasi'na yapilan toren, 1930'lardan Ataturk'un halka hitabi, Basbakan Menderes'in asilmasiyla sonuclanan askeri durusmadan goruntuler,1960 darbesinin lideri Turkes'in konusmasi, olume mahkum edilen ogrenci lideri Deniz Gezmis ile ilgili klipler, 1970'lerden 1 Mayis sokak gosterileri ve bombalanan kahvehaneler, 1980 darbe anonsu ve 1983 secimleri, 1995'te Refah Partisi'nin yukselisi, 1997 muhtirasi, Refah Partisi'nin kapatilmasi ve 1998'de ordunun basina verdigi brifinglerden goruntuler bulunuyor.

DARBE politik aciliyetlerle yuzyuze bir ulkede abstrak ideallerin (ornegin "konusma ozgurlugu" ve "insan haklari") ne dereceye kadar uygulanabilecegini arastiriyor. Bu haklar kagit ustunde var olsalar dahi, tehlikenin cok yuksek oldugu bir ulkede bunlarda israr etmenin pratik akibetleri var: filmde yer alan bir konusmaci bir bombayla olduruldu, bazilari yazdiklari yuzunden hapse atildilar; baskalari Uluslararasi Af Komisyonu'na baslarina gelenleri anlattiklari icin cezalandirildilar. Ayrica film bir ulkenin demokratik sistemini korumak icin anti-demokratik yontemlere basvurmasindan dogan pratik ve etik problemleri inceliyor. Bu karisiklik hem ulke capinda: ordu politikaya karisiyor, hem de uluslararasi capta: ulke kendi ihtiyaclarini dis ulkeler ve dis guclerin cikarlariyla dengelemek zorunda kaliyor.

ELESTIRILER
Fevkalade bir calisma… Bu film buyuk bir basari…tarihi cok acik bir sekilde sergiliyor- bu olaylar hakkinda bilgim oldugunu saniyordum ama pekcok sey ogrendim. Anlatici kullanmama teknigi cok etkili ve muazzam buyuklukte bir calismanin acik ve basarili sonuclari gorunuyoryor. Baskalarina film hakkinda coktan bahsettim…"
Stephen Kinzer, New York Times"
.
Olaganustu…Politik ve tarihi olarak cok iyi dengelenmis ve artistik olarak cok derin…kusursuz klipler…Hikaye kronolojik olarak anlatilirken konusmacilarin dusuncelerini belirtmeleri ve devamliligin saglanmasi dikkate deger…pekcok diger dokumanterden daha derinlere iniyor…cok acik ve cok iyi bir bicimde biraraya getirilmis…yonetmen dokumanter alaninda dikkate deger bir yetenek sergiliyor." - Kyle Jones, Financial Times
.
"Nefis bir film…cok enteresan ve bilgi verici…Yaklasiminiz dogru ve filmin bir egiliminin olmamasi filmi daha guclendiriyor." - Anne Burley, Uluslararasi Af Orgutu
.
"Kesvettiginiz seyler hakkinda bilgim yoktu… hem cezbedici hem ortaya cikarici. Bilindigi gibi, Birlesik Devletler, Ruslar'i olabilecek en buyuk kayiplara ugratmak icin fanatik Islamci elementleri egitip silahlandirdi…Paradoks olarak, bu diktatorluklerde ve fasist yonetimlerde daha fazla ozgurluk olabilacegini acikliyor. Franco'nun Ispanya'sinda, burada zor yayinlanacak solcu ve aykiri kitaplar yayinlanabiliyordu….Madrid'in ortasinda iskence hucreleri acikca calisiyorken, veya Rus Gulag'lari cok uzak degilken, devletler insanlara aldirmiyor. Bir toplum daha fazla ozgurluge sahip olunca dusunce kontrolu daha onemli hale geliyor ve teknikler daha sofistike oluyor…Cizdiginiz portre bana dogru gorunuyor." - Noam Chomsky

"Turkiye Cumhuriyeti tarihinin anlasilmasina ne iyi bir katkida bulundunuz, tum trajik ve komik anlarini yakalayarak…Eger Turkiye Aciklaniyor adli kitabima bir yeni baski yapma imkanim olursa filminizden bir suru alintilar yapacagim. Konusmacilariniza harika hikayeler ve anlatilar soyletmeyi becermissiniz, ve konusmaci seciminiz de cok dogru." - Hugh Pope, Wall Street Journal

"Zor ve duyarli bir konuda yapilmis cok iyi bir dokumanter! Eminim Turkiye'de bazi kisiler tarafindan elestirileceksiniz, ama kisisel olarak ben profesyonel ve tarafsiz kalmayi basardiginizi hissettim." - Bilsel Alisbah, Dunya Bankasi Baskan Eski Yardimcisi, 1994-1997 Basbakanlik Ekonomik Danismani

"Turkiye'de 30 yilda olan komplex politik olaylarin filmin yapimcilari tarafindan yakalanmis olmasi beni en cok etkileyen sey oldu…Inaniyorum ki yanlizca konusmacilarin ifadelerini kullanma teknigi cok iyi isliyor…Boylece kisi cesitli insanlarin ayni olaylara nasil farkli acilardan baktigini ogreniyor." - Sabri Sayari, Turk Arastirma Enstitusu Yoneticisi, Ulusal Arastirma Bilimleri Akademisi Eski Uyesi, RAND Kurumu Danismani

"Gecen hafta "darbe"yi ismarladim ve bugun elime gectiginde cok heyecanliydim. Hemen bastan sona seyrettim. Cok enteresan bir film yapim tarzi! Tebrikler! Bir siyasal bilimci olarak basariyla ortaya koydugunuz dengeden cok etkilendim. Umarim yakin Turk tarihi ve ozellikle Islamcilar'in hukumette yukselisi ile ilgili calismalariniza devam edersiniz...." - Arslan Dorman, Profesor, Siyasal Bilimler, Concordia Universitesi

"Bu hayirli is dolayisiyla sizi tebrik ederim..." - Dr. Sahin Alpay, Milliyet; Visiting Professor, Princeton University

"DARBE cesaretli ve onemli bir film…Gercekten hayranlik duydum…Cok komplex bir hikayeyi ormekte harika bir is yapiyor…Umuyorum bu filmi gostermek icin beraber calisiriz." - Richard Pena, Lincoln Center Film Dernegi Baskani

"Sadece bilgi verici degil, ayrica muazzam eglendirici…tum Avrupa televisyon istasyonlari bu filmi gostermek isteyecek…sanat-evi sinemalarindan baska Avrupa televizyon marketi icin de tamamen kusursuz." - Melik Kaylan, gazeteci

"Turkiye'nin dikkat cekici bir sozlu tarihi ve yakin tarihe buyuk katki…Agzim acik kaldi…bircok olaganustu hikaye var…Turkiye'deki yukselen Islami hareketlerin iki tarafinin aydinlatici bir arastirmasini sunuyor…" - Bircan Unver, produktor, On the 20th Century

"Harika…konusmacilar olaganustu enteresan ve onemli kisiler…tamamen hayran birakici ve gercek bir egitici. Ben gercekten gelecek darbenin sebebi ne olacak, kansiz mi olacak, ordu yonetimi ne kadar zaman sonra kotuye donecek, yeni demokratik rejime guven olusacak mi diye meraklanarak filme baglandim." - Susan Shaman, Yuksek Ogretim Uzerine Arastirma Enstitusu, University of Pennsylvania"
.
DARBE harika bir film, canlilik verici bir tecrube, ve kisacasi gelmis gecmis en iyi dokumanter filmlerden biri." - Linda Mussmann, CinemaLux/Time & Space Limited Gallery, Hudson, NY

.

15 Mayıs 2007 Salı

Aşkın Aslı

Can Bahadır Yüce
Elli unutulmaz aşk kitabını seçtik.Milena’ya Mektuplar'dan Yunus Emre Divanı’na, Huzur’dan Neşideler Neşidesi’ne, Anna Karenina'dan Leylâ ile Mecnun’a kadar, aşka farklı pencerelerden bakan 50 kitap!
.
Mutlu aşk yoktur” klişesini (ya da gerçeğini) şöyle rötuşlamıştı Rougemont: “Mutlu aşkın yazılı tarihi yoktur.” Yazı tarihinden 50 aşk kitabını seçmeye çalışırken, bir kere daha öğrendiğimiz şey, bu değişmez yargı oldu. Fuzûli’den Thomas Mann’a kadar, mutlu aşkın tarihini yazmamıştır hiç kimse. Böyle de olsa, elli kitabı belirlemek, bizim için kolay bir süreç değildi. Mutsuz aşklar denizinden, aşkın farklı görünümlerini ortaya koyan yapıtları seçmeye çabaladık. Yeterince ‘görülmeyen’ sahih aşk kitaplarıyla eskimez başyapıtları bir araya getirdik. Her seçim -tıpkı aşk gibi- özneldir; bizimki de öyle oldu. Öte taraftan, bu denli zor bir seçime girişmek, beraberinde bir başka soruyu getiriyor: Nedir aşk kitabı? Bir yerde, Necatigil’in Zebra’sı (“bir otel otello”!) ya da Kundera’nın Şaka’sı da aşk kitabı değil midir? Bu düğümü çözmeye çalışmak yerine, ‘ilk anlamıyla’ aşk kitaplarından oluşturduk listemizi.

Bu türden bir liste, dışarıda bıraktıklarıyla da rengini belli eder: Leyla Erbil’den Mektup Aşkları’nı, Pınar Kür’ün Yaz Gecelerinde Keman öyküsünü, Çalıkuşu’nu, Hyperion’u, Binbir Gece Masalları’nı, Dickens’ın Büyük Umutlar’ını, Lady Chatterley’in Sevgilisi’ni, Yerçekimli Karanfil’i vs. vs. çok istediğimiz halde oluşturduğumuz 50 kitaplık ‘kısa’ listeye dahil edemedik, örneğin. Aşk bir yaşam sorunu, estetiğin ve şiirin alanında olduğu için Schopenhauer ve Barthes’ın yapıtları, Ovidius’dan Aşk Sanatı, Stendhal’dan Aşk Üstüne ve Geraldy’den Aşk gibi, konuyu kavramlarla irdeleyen kitaplar -birkaç istisna hariç- dışarıda kaldı. Aşkın 50 farklı durumuna odaklandığını düşündüğümüz 50 kitabın neden listede var olduğunu aşağıda okuyacaksınız. Seçtiklerimiz, aşkın karşı konulamaz bir efendi, bazen bir aldatmaca bazen kurtarıcı olduğunu; bir tür efendi-köle ilişkisi sayılabileceğini, yakıcı bir mutlak tutkuyu taşıdığını ve bazen de yıkım olabileceğini yeterince anlatıyor zaten.

1) Kerem ile Aslı (Yazgı olarak aşk)
Her aşk yanmakla başlar; Kerem ile Aslı’nınki yanarak tükenmekle bitiyor. Atasözlerine bile konu olan, külleri birbirine karışan bu iki âşığın destanından beri artık “Kerem derdi, Aslı derdi, dil derdi” vardır. Kerem, Ermeni keşişin güzel kızının peşinde dağları aşar. Aslı, Kerem’in küllerini toplarken saçları tutuşunca yanar. Halk edebiyatının “Leylâ ile Mecnun”u da sayılabilecek bu hikâye, hem maddî hem mistik aşkın, yeri gelince de ‘din aşkı çatışması’nın göz alıcı bir örneğidir. Kerem’i, aşkı kader olarak gördüğü için severiz. Âşık öznenin derin iç çatışması bir yana, Kerem ile Aslı’dan öğrendiğimiz değişmez bir gerçek daha var: Trajik olan aslında tek taraflı aşk değil; ‘engellenmiş’ karşılıklı aşktır.

2) Huzur - Ahmet Hamdi Tanpınar (Bir İstanbul masalı olarak aşk)
Huzur, edebî niteliğiyle olduğu kadar en güzel İstanbul masalı olduğu için de âşıklar için vazgeçilmez. Mümtaz’ın Nuran’a karşı hissettiği şey, tutkulu bir aşkın ötesinde, bir dönem İstanbul’una, neredeyse ‘Boğaziçi medeniyeti’ne açılan bir penceredir. Mümtaz, ‘bir yığın imkân arasından Nuran’ı’ seçmiş ve bu hikaye Tanpınar’ın üslubuyla ölümsüzleşmiştir. Huzur, defalarca dönülmesi gereken bir başyapıt.
.
3) Sevgili Milena - Franz Kafka (Kurtarıcı olarak aşk)
Kafka ile Milena’nın soylu aşkı da başka bazı büyük aşklar gibi sadece mektuplarda kaldı. “Senin” diye imzaladığı mektuplarında şöyle diyordu Kafka: “Adımı da yitirdim! Küçüle küçüle ‘Senin’ kaldı yalnız.” Bu aşkta kurtarıcı Milena’dır: “Karşındakini yalnız varlığınla kurtarabilirsin, başka hiçbir şeyin yararı yoktur.” İşte aşk, bazen kurtarıcı oluyor. Edebiyat tarihinin bu en sarsıcı aşk mektuplarını, özellikle Adalet Cimcoz’un çevirisinden okumalısınız.
.
4) Güvercin Gerdanlığı - İbn Hazm (Deneyim olarak aşk)
Aşkı ‘teori’ kitaplarından değil de edebiyat yapıtlarından okumak en doğrusu. Fakat İbn Hazm’ın Güvercin Gerdanlığı’nı bu yargıdan ayrı tutmak gerekiyor. “Aşk doğuştandır,” diyen İbn Hazm, yazı tarihinin en soğukkanlı ve aynı zamanda en lirik yapıtlarından birini bıraktı arkasında. Aşkı şöyle anlatıyor: “Bu öyle bir hastalıktır ki, hasta zevk alır. Bu derde kim uğrarsa artık iyileşmek istemez. Acı çeken ise bu acıdan kurtulmayı dilemez. Aşk insana vaktiyle iğrendiği şeyleri süslü püslü gösterir. Kendisine zor gibi gözüken şeyleri kolay gösterir. Doğuştan olan huyları ve doğal eğilimleri değiştirecek kadar ileri gider.” İbn Hazm, aşkın belirtilerini şöyle sıralıyor: “İlki, sevgiliyi derinden derine seyre dalmaktır. Sevgilinin bulunduğu yere gitmekte ivedilik etmek, onun yanına oturmanın yollarını aramak, sevgiliden ayrılmayı gerektirecek her türden ciddi durumu hesaba katmamak, sevdiğinin adını kendi kendine tekrarladıkça bundan hoşlanmak… Öyle anlar olur ki, gerçekten birine içtenlikle tutulan kişi büyük bir iştahla yemeğe başlar. Ama sevgilisi hatırına gelirse o anda, artık yiyecekler boğazından ileriye geçmez.(…) Gözyaşları da aşkın belirtisidir.” Şu hadis-i şerifi alıntılamayı da ihmal etmiyor İbn Hazm: “Bir kimse âşık olsa, aşkını namusunu lekelemeden korusa ve ölse, o şehittir.” Güvercin Gerdanlığı, ölümden güçlü olan şeyin, bize ölümü göze aldıran şey olduğunu öğretiyor. Bu kitabı okumadan, aşk bilgimiz eksik kalacaktır.

5) Genç Werther’in Acıları - Johann Wolfgang von Goethe (Yıkım olarak aşk)
Tutkulu aşkın görkemli klasiği Genç Werther’in Acıları yazıldıktan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. (Werther’i okuduktan sonra intihar etmek istemeyen âşık var mı?) Bu yapıtı, sadece platonik bir aşk hikâyesine indirgemek hata olur. Yine de, ortada böylesine bir aşk varsa, sanatsal bütünlüğün ikinci planda kalması kaçınılmaz oluyor. Parmağı dikkatsizlikle Lotte’nin parmağına değdiğinde bile bundan derin anlamlar çıkaran Werther! Sonsuza dek üzgün genç âşıkların hüzünlü sembolü olarak kalacak…

6) İlâhi Aşk - İbn Arabî (Yüksek perdeden aşk)
“…Bil ki, sevgi makamı çok şerefli bir makamdır. Gene bil ki, sevgi varoluşun aslıdır…” alıntısıyla başlar İlâhi Aşk. Sevginin, temellerinden yanıltmalarına kadar farklı düzeylerini okuruz. “Varlık bir harftir, sen onun anlamısın” dizesinde anlatılan hâle doğru yol alırız. ‘Yükseklerde yalnız uçan kartal’ İbn Arabî’den yakıcı ve yüksek perdeden bir ilân-ı aşk…

7) Beyaz Geceler - Fyodor Dostoyevski (Teselli olarak aşk)
İyimser aşkın el kitabı… Sonunda kavuşmak olmasa da her aşk kendince bir mutluluk değil mi? Kahramanımızın sevgili Nastenka’ya duyduğu aşkta, topu topu dört gecenin hatırası vardır. Ama bu yeterlidir işte… Dostoyevski’nin romanı bitirirken söylediği gibi, “Bir anlık mutluluk! Koca bir insan ömrü içinde bu kadarı bile yetmez mi!”

8) Hüsn-ü Aşk - Şeyh Galib (Bir yolculuk olarak aşk)
Güzellik olmadan aşk olmaz. Şeyh Galib, Aşk’ın Hüsn’e (güzellik) yolculuğunu olağanüstü sembollerle anlatıyor. Aşk ile Hüsn’ün doğuşlarından “edeb” mektebinde dinlenmelerine, oradan da çileli aşklarına kadar bir dil ve imge ziyafeti. Bu serüvende Aşk, belâları kabul eder, yolu gam harabelerinden geçer, perişan hallere düşer ve sonunda Hüsn’ün delisi olur. Yolculuğun sonunda Aşk’ın vardığı yer Hayret’tir ve şöyle der Galib Dede: “Bundan ötesi değil nümâyân” (sonrası göze görünmüyor). Aşk Hayret’e varır, susulur. Her aşk yolculuğunun mumdan kayıklarla ateş denizlerini geçmek olduğunu bir kere daha anlarız…

9) Kürk Mantolu Madonna - Sabahattin Ali (Dram olarak aşk)
Edebiyatta genel nitelemelerin yanlışlığına iyi bir örnek: ‘Toplumcu’ Sabahattin Ali, ‘bireysel’ tutkuyu en iyi anlatan romanlardan birini yazmıştır. Kürk Mantolu Madonna’da Raif Efendi’nin bir Alman kadına duyduğu ‘tarifsiz kederler içindeki’ aşk vardır. Romanın son cümlesini okuyunca, yeryüzündeki mutsuz aşkların hayaletlerini üstünüzde hisseder, ağlamak istersiniz. Raif Efendi’nin Maria’ya seslenişi nasıl da ürperticidir: “Niçin rüzgarlı sonbahar akşamlarında, sessizce yan yana yürüyerek ruhlarımızın konuştuğunu dinleyemiyoruz? Niçin yanımda değilsin?” Böyledir büyük yapıtlar, hep kaybedişlerden geriye kalanlardır.

10) Anna Karenina - Lev Tolstoy (Bedel olarak aşk)
Anna’nın aşkı hangisidir? “Köleleştirici aşk” mı, “adayıcı aşk” mı? Yoksa Anna Karenina, aşkta engel ne kadar büyükse aşkın da o kadar büyük olduğunun apaçık bir kanıtı olarak mı okunmalı? Ne denirse densin, bu büyük klasikte, aşka ilişkin bütün çağrışımlar bir aradadır: Özgürlük, tekdüzeliği kırmak, ikilemler ve sonunda ölüm… Aşkın iki kişilik olmadığı kesindir. Tolstoy’un açıkça gösterdiği şey, Adorno’nun söylediğidir biraz da: “Aşk da toplumsal olarak dolayımlanır.” Anna, aşkının bedelini ödemiştir. Şunu unutmamak gerek: Tutkunun peşinden gitmek, ancak bedeli ölüm olunca, kitlelerin gözünde temize çıkabiliyor.

11) Sekizinci Mektup (Mektûbat) - Bediüzzaman Said Nursi (Şefkat ve aşk)
12) Aylak Adam - Yusuf Atılgan (İhtimal olarak aşk)
13) Kızıl ile Kara - Stendhal (Tükeniş olarak aşk)
14) Venedik’te Ölüm - Thomas Mann (Bir ölüm türü olarak aşk)
15) Dîvân-ı Kebîr - Mevlâna Celâleddin Rûmî (Âb-ı hayat olarak aşk)
16) Aşk-ı Memnû - Halid Ziya Uşaklıgil (Yasak aşk)
17) Divan - Yunus Emre (Kılavuz olarak aşk)
18) Eylül - Mehmed Rauf (Masumiyet olarak aşk)
19) Vadideki Zambak - Honore dé Balzac (Sığınak olarak aşk)
20) Mantık Al-Tayr - Feridüddin-i Attar (Bülbül hastalığı olarak aşk)
21) Ağrıdağı Efsanesi - Yaşar Kemal (Ağıt olarak aşk)
22) Malina - Ingeborg Bachmann (Dünyaya karşı duruş olarak aşk)
23) Şiirler - Karacaoğlan (Teklifsiz aşk)
24) Jurnal 2 - Cemil Meriç (Dehâ ve aşk)
25) Kalbin Zümrüt Tepeleri - M. Fethullah Gülen (Sahih aşk)
26) Swann’ın Aşkı - Marcel Proust (Kayıp zamanın izinde aşk)
27) Neşideler Neşidesi (Coşkunluk olarak aşk)
28) Muhteşem Gatsby - Scott Fitzgerald (Adanış olarak aşk)
29) Serin Mavi - Behçet Necatigil (Evcil aşk)
30) Çağımızın Bir Kahramanı - Lermontov (Yanılsama olarak aşk)
31) Piraye İçin Yazılmış Saat 21-22 Şiirleri - Nâzım Hikmet (Umut olarak aşk)
32) Mem û Zin - Ehmede Xani (İmkânsız aşk)
33) İlk Aşk - Turgenyev (Hatıra olarak aşk)
34) Monna Rosa - Sezai Karakoç (Hıçkırık olarak aşk)
35) Kolera Günlerinde Aşk - Gabriel Garcia Marquez (Ömür boyu aşk)
36) Elsa’ya Şiirler - Louis Aragon (Poetika olarak aşk)
37) Alemdağ’da Var Bir Yılan - Sait Faik (İyimserlik olarak aşk)
38) Doktor Jivago - Boris Pasternak (Tutku olarak aşk)
39) Gizemli Şiirler - Hilmi Yavuz (Bakış olarak aşk)
40) Fransız Teğmenin Kadını - John Fowles (Bekleyiş olarak aşk)
41) Aramızdaki Şey - Tomris Uyar (‘Aramızdaki şey’ olarak aşk)
42) Soneler - William Shakespeare (Nimet olarak aşk)
43) Yirmi Aşk Şiiri ve Bir Umutsuz Şarkı - Pablo Neruda (Umutsuz bir şarkı olarak aşk)
44) Aşk İmiş Her Ne Var Âlemde - Abdülhak Şinasi Hisar (Damıtılmış aşk)
45) Belâ Çiçeği - Attilâ İlhan (İkilem olarak aşk)
46) Günlerin Köpüğü - Boris Vian (Gerçeküstü bir durum olarak aşk)
47) Sevda Sözleri - Cemal Süreya (Aşk olarak aşk)
48) Düş Kırgınları - Mehmet Eroğlu (Vazgeçiş olarak aşk)
49) Şiirler - Rabindranath Tagore (Kutsayıcı aşk)
.
50) Leyla ile Mecnun - Fuzûli (Destan olarak aşk)
Aşkın sonsözü: Leylâ ile Mecnun. Aşkın ‘saf’ hali, edebiyat tarihinde hiçbir zaman, Fuzûlî’nin 1535 tarihli mesnevîsinde olduğu gibi anlatılamadı. Artık her âşık Mecnun’la kıyaslanır, her sevilen biraz Leylâ’dır. “Ya Rab bana cism ü cân gerekmez / Canânsız cihân gerekmez” diyenlerin aşkıdır bu. Mecâzî aşkı yudumlamak vardır, onu aşmak vardır, vefâ ile dünyayı yok saymak vardır bu hikayede. Mecnun, Leylâ’nın kabrini kucaklayıp öldükten sonra, iki âşık, aşk yoluna girip temiz kaldıkları için, aşklarını dünya hevesleriyle kirletmedikleri için (oysa ne zordur bu!) cennette buluşurlar. Söz biter.

.
Çalışmanın Tamamı İçin Tıklayın
Düşünce Kahvesi'nde Aşk
Askin Halleri, Nurettin Topcu
.

14 Mayıs 2007 Pazartesi

Muhtıraya Aydın Tepkisi

"27 Nisan 2007 gecesi yayımlanan Genelkurmay Başkanlığı muhtırası, zaten kısıtlı olan demokrasimizi çok ağır yaraladı. Askeri bürokrasinin siyasi alana müdahale etmesi, siyasetin silahların gölgesinde yürümesinin doğal karşılanması, siyasal yaşamın asker vesayeti altında olması kabul edilemez. Genelkurmay Başkanlığı'nın muhtırası demokrasiye yönelik açık bir tehdit ve yasalara göre suçtur. Biz aşağıda imzası bulunan yurttaşlar bu muhtırayı açıkça reddediyoruz. Bugün yaşanan sorunların temelinde, 12 Eylül darbesinin ürünü 1982 Anayasası ve bu Anayasa'nın kurguladığı rejim vardır. Türkiye, içinde bulunduğu bunalımdan kalıcı biçimde çıkmak istiyorsa, bu Anayasa'dan kurtulmalıdır. Ülkemiz; özgürlükçü, çoğulcu, barışçı, laik anlayış ortak paydasında, hukukun uluslararası değerleri ile örülmüş yeni bir anayasaya kavuşmadıkça, keza seçim barajları kaldırılarak toplumun bütün kesimlerinin siyasal temsiline olanak tanıyan bir Seçim Yasası benimsenmedikçe sürekli kriz üreten bu yapıyı ve krizden beslenen odakları etkisiz kılmak mümkün değildir. Oysa son günlerde yaşananlar, 'vesayet demokrasisi'nin açık darbeye dönüştürülmesi için bahaneler arandığını gösteriyor. Bizler, laik cumhuriyetin muhtıralara yaslanarak değil daha fazla demokrasi içinde yaşatılacağına inanıyoruz. 'Ne mutlu Türküm demeyenler düşmandır' diyebilenlere yanıtımız açıktır: Bizler bu ülkenin sorumlu, duyarlı yurttaşlarıyız ve yaratılan bu ortamda asla mutlu değiliz. Özgür, demokratik, laik Türkiye'yi korumaya kararlı yurttaşlar olarak demokrasiyi yoketmeye yönelen her türlü müdahaleye karşı direnme hakkına sahip olduğumuzu açıkça belirtiyoruz."
.
Abdullah Damar - Abdullah Öztüre - Adalet Ağaoğlu - Adalet Dinamit - Adem Avcıkıran (Diyarbakır Tabib Odası Bşk.) - Adnan Bostancıoğlu - Ahmet Abakay (ÇGD Genel Başkanı) - Ahmet Ağaoğlu - Ahmet Altan - Ahmet Aykaç (Prof. Dr.) - Ahmet Çakmak (Prof. Dr.) - Ahmet Dindar - Ahmet Ersoy - Ahmet Hakan - Ahmet İçduygu (Prof. Dr.) - Ahmet İnsel (Prof. Dr.) - Ahmet Öztürk - Ahmet Şık - Ahmet Ümit - Ahmet Yıldırım - Akın Atalay - Akın Atauz - Alev Sahar - Ali Bayramoğlu - Ali İhsan Gündoğdu (Adıyaman Tabip Odası Bşk.) - Ali İzar - Ali Kazancıgil - Ali Kerim Mutlu - Ali Nesin (Prof. Dr.) - Ali Özbaş (Kaos Gn. Bşk.) - Ali Özdamar - Ali Tevfik Berber - Ali Uçansu - Anıl Duman - Arif Ali Cangı - Arif İsmet Yılmaz - Arzu Başaran - Aslı İçözü - Aslı Öngören - Aslı Tunç - Ayben Altunç - Aydan Çelik - Aydın Bodur - Aydın Cıngı (SODEV Gn. Bşk.) - Aydın Engin - Aydın Müftüoğlu - Ayfer Bartu Candan - Ayhan Bilgen (Mazlum Der Gn. Bşk.) - Ayla Gürsoy (Prof. Dr.) - Ayse Günaysu - Aysen Candaş Bilgen - Ayşe Berkman - Ayşe Berktay - Ayşe Buğra (Prof. Dr.) - Ayşe Erzan (Prof. Dr.) - Ayşe Gül Altınay - Ayşe Önal - Ayşegül Molu - Ayşegül Engün - Ayşen Melekli - Aziz Çelik - Bahri Bayram Belen - Barboros Görgen - Baskın Oran (Prof. Dr.) - Bekir Balkız - Bekir Berat Özipek - Bekir Şensoy - Beral Madra - Berat Günçıkan - Berdan Ekinci - Berk Çakır - Betül Tanbay - Beyhan Günyeli - Beyhan Suna - Beyhan Karadam-Eker - Bilgesu Erenus - Biray Kolluoğlu Kırlı - Bircan Yorulmaz - Burak Bener - Buse Kılıçkaya (Pempe Hayat Bşk.) - Bülent Arınlı - Bülent Atamer - Bülent Aydın - Bülent Somay - Bülent Utku - Büşra Ersanlı (Prof. Dr.) - C. Murat Özgünay - Cafer Solgun - Celal Sonuvar - Celal Yıldırım (Diş Hekimi Birliği Bşk.) - Celalettin Can - Cem Duman - Cemal Polat - Cengiz Aktar - Cengiz Güleç (Prof. Dr.) - Cihan Şenoğuz - Coşkun Üsterci - Cüneyt Türel - Cüneyt Türksen - Cüneyt Uzunoğlu - Cüneyt Ülsever - Çağatay Anadol - Çağhan Kızıl - Çağlayan Üç - Çetin Altan - Çetin Yılmaz - Çiğdem Mater - Çiğdem Turgay Çiğdem Yergök - Dağhan Irak - Deniz Ali Gür - Deniz Gündüz - Deniz Kavukçuoğlu - Deniz Türkali - Derin Terzioğlu - Derya Sazak - Dilek Çetinkaya - Dilek Kurban - Dinçer Sezgin - Doğan Genç - Doğan Tılıç - E.H. Karacavo - Ekrem Çakıroğlu - Elif Özgen - Elif Özgen - Emine Uşaklıgil - Emrah Uyar - Emre Senan - Ercan Demir - Erdem Ovacık Erdem Selence - Erdağ Aksel - Erdal Karayazgan - Erdal Yıldırım - Erdoğan Aydın - Ergin Cinmen - Ergun Gümrah - Ergün İşler - Erkal Selvi - Erkan Saka - Erkan Şen - Erol Çıtak - Erol Katırcıoğlu (Prof. Dr.) - Erol Kızılelma - Ersin Salman - Ersu Pekin - Ertan Daş - Eser Karakaş (Prof. Dr.) - Esra Koç - Esra Mungan Eşber Yağmurdereli - Etyen Mahcupyan - Fadime Gök (Prof. Dr.) - Fahri Aral - Fatma Nevin Vargun - Ferda Keskin (Doç.Dr.) - Ferdan Ergut - Ferhat Kentel (Doç. Dr.) - Feride Çiçekoğlu - Feridun Yazar Ferzende Kaya - Fethi Açıkel (Doç. Dr.) - Fethiye Çetin - Feyha Karslı - Feyyaz Yaman - Feza Kürkçüoğlu - Fırat Aydınay - Fikret Adaman (Prof. Dr.) - Fikret Başkaya (Doç. Dr.) - Fikret İlkiz - Filiz Koçali - Firuz Kutal - Fuat Keyman (Prof. Dr.) - Fuat Uğur - Fuat Vardal - Gaye Boralıoğlu - Gencay Gürsoy (Prof. Dr.) - Genco Erkal - Gökçen Başaran - Gulhan Moel - Gülen Aktaş (Prof. Dr.) - Gülgün Erdoğan Tosun (Doç. Dr.) - Gülgün Meşe - Güliz Kaptan - Gülnur Acar-Savran Gülnur Aksop - Gülsün Karamustafa - Gülten Kaya - Günay Göksu Özdoğan (Prof Dr.) - Gündüz Mutluay - Habib Bektaş - Hacer Ansal (Prof. Dr.) - Hakan Tahmaz - Hale Akay - Halil Berktay (Doç. Dr.) - Halim Bulutoğlu - Haluk Ağabeyoğlu - Haluk İnanıcı - Haluk Tekeli - Handan Çağlayan - Hanifi Kurt - Hasan Erkul - Hasan Kuruyazıcı - Hasan Mollaoğlu - Hasan Öztoprak - Hasan Toprak - Hasip Kaplan - Haydar Ergülen - Hayri Kozanoğlu - Hilal Küey - Hilmi Maktav - Hülya Gülbahar - Hülya Uçansu - Hülya Üçpınar - Hürriyet Karadeniz - Hürriyet Şener - Hüseyin Çakır - Hüseyin Ayyıldız - Hüseyin Turhallı - Hüsnü Okçuoğlu - Hüsnü Ovacık - Hüsnü Tuna - Işıl Kasapoğlu - İ.Hakkı Tombul - İbrahim Halil Şimşek - İbrahim Ünal - İhsan Aksoy - İlker Demir - İlknur Demirörs - İpek Çalışlar - İrfan Açıkgöz (Prof. Dr.) - İsmail Aydın - İsmail Özgül - Jaklin Çelik - Jale Mildanoğlu - Jale Parla (Prof. Dr.) - Kadir Akın - Kamuran Yıldırım - Kemal İnan (Prof. Dr.) - Kemal Kıraç - Kerem Öktem - Kıymet Coşkun - Koray Çalışkan - Latif Küey - Latife Tekin - Levent Ünsaldı - Levent Yılmaz (Doç.Dr.) - Leyla İpekçi - Leyla Karakaynak - Lokman Şahin - M. Asım Karaömerlioğlu (Doç. Dr.) - M. Mehmet Söylemez - M. Nafiz Koç - Mahir Günşiray - Mahir Karaboğa - Mahmut Saylıkay - Mahmut Toğrul (Doç. Dr.) - Mahmut Yıldırım - Marianna Yerasimos - Mebuse Tekay - Mehdi Perinçek - Mehmet Alçınkaya - Mehmet Altan (Prof. Dr.) - Mehmet Can (Prof. Dr.) - Mehmet Demir - Mehmet Güç - Mehmet Güleryüz - Mehmet Karlı - Mehmet Kuyurtar - Mehmet Salmanoğlu - Melek Göregenli (Prof. Dr.) - Melek Ulagay - Meltem Toksöz - Mensur Akgün - Meral Azizoğlu (Prof. Dr.) - Meral Danış Beştaş - Meryem Kavak - Mesut Beştaş - Mesut Öztürk - Mesut Yeğen - Mesut Yücebaş - Mesut Yücebaş Mete Tuncay (Prof. Dr.) Mete Yeğni - Metin Aksoy - Metin Bakkalcı - Metin Çılgın (Mardin Tabip Odası Bşk.) - Metin Demirci - Mithat Sancar (Prof.Dr.) - Murat Aksoy - Murat Belge (Prof. Dr.) - Murat Çelikkan - Murat Karaduman - Murat Morova - Murat Paker - Murat Satıcı - Murat Utku - Murat Uyurkulak - Murat Zeytinli - Murathan Mungan - Musa Çam - Mustafa Akyol - Mustafa Mayda - Mustafa Paçal - Mustafa Şen - Mustafa Yasacan - Muzaffer Saruhan (Diyarbakır Diş Hekimleri Odası Bşk.) - Müfid İşler - Müjgan Arpat - Müjgan Güneri - Münir Kebir - Nabi Yağcı - Nadire Mater - Nazan Aksoy (Prof. Dr.) - Nazan Üstündağ - Nazar Büyüm - Nazım Öztürk - Nebahat Akkoç - Necat Yıldız - Necmi Demirci - Necmi Erdoğan (Doç. Dr.) - Necmiye Alpay - Nergis Pamukoğlu Daş (Doç. Dr.) - Nesrin Sungur (Prof. Dr.) - Neşe Erdilek - Neşe Yaşın - Neyyir Berktay - Nihal Saban (Prof. Dr.) - Nihat Yıldırım (Adıyaman Tabip Odası Bşk.) - Nil Mutluer - Nilgün Toker (Doç. Dr.) - Nilgün Yurdalan - Nimet Tanrıkulu - Nur Arıkan - Nuran Talyak - Nuray Mert - Nuray Uzunören (Prof. Dr.) - Nurdan Arca - Nuri Ersoy - Nuri Ödemiş - Nurten Tuç - Nüket Kardam (Prof. Dr.) - Nükhet Dilmen - Nükte Devrim Bouvard - Okan Akhan - Olcay Canbulat - Onur Salman - Oral Çalışlar - Orhan Alkaya - Orhan Doğan - Orhan Silier - Orhan Taylan - Orkun Yeşim - Osman Ergin - Osman Kavala - Osman Yener - Osman Zorba - Oya Baydar - Oya Köymen (Prof. Dr.) - Ömer Akat - Ömer Türkeş - Ören Altmışyedioğlu - Özcan Yurdalan - Özdem Petek - Özgür Gökmen - Özgür Soysal - Özgür Uçkan - Özlem Ateş - Özlem Dalkıran - Özlem Duva Kaya - Öztürk Türkdoğan - Perihan Dostgül - Pınar Aytaçlar - Pınar Kür - Pınar Selek - Raffi A. Hermonn - Ragıp İncesagir - Ragıp Zarakolu - Rasim Öz - Recep Rodoplu - Reha Tokgöz - Reşat Kasaba (Prof. Dr.) - Reşit Canbeyli (Prof. Dr.) - Reyhan Başaran - Reyhan Yalçındağ - Rıdvan Akar - Rıza Dalkılıç - Rojbin Tugan - Roni Marguiles - Rüstem Batum - Sabahat Tümerdem - Sabahat Meriç - Sabahat Kurcu - Sabih Ataç - Sacit Kayasu - Sadık Karamustafa - Sadun Aren (Prof. Dr.) - Sait Çetinoğlu - Salima Taşdemir - Salkım Selvi Bener - Sami Gören - Saruhan Oluç Seçil Aytuğlu Seçil Bulut - Seda Altuğ - Sefa Feza Arslan - Selahattin Demirtaş - Selçuk Candansayar - Selim Taşdemir - Semih Çelik - Semih Kaplanoğlu - Semra Somersan (Doç. Dr.) - Senih Özay - Serdar M. Değirmencioğlu - Serpil Sancar (Prof. Dr.) - Sevan Nişanyan - Sevilay Çelenk Sevin Okyay - Seydi Fırat - Sezai Temelli - Sezai Sarıoğlu - Sezgin Tanrıkulu (Diyarbakır Baro Başkanı) - Sibel Erduman - Sibel Yardımcı - Simten Coşar (Doç. Dr.) - Suavi Aydın (Doç. Dr.) - Suna Parlak - Sururi Demirtaş - Suzan Samancı - Şaban Dayanan - Şahika Yüksel - Şanar Yurdatapan - Şebnem Korur Fincancı (Prof. Dr.) - Şefik Beyaz - Şehbal Şenyurt - Şehrazat Çakıroğlu - Şemsa Özar (Doç. Dr.) - Şeref Mustafa - Şeyhmus Diken - Şinasi Haznedar - Şirin Tekeli (Prof. Dr.) - Şükrü Hatun (Prof.Dr.) - Tahsin Ekinci - Tahsin Yeşildere (Prof. Dr.) - Taner Akçam - Taner Güven - Tanıl Bora - Tanju Tosun (Doç. Dr.) - Tansel Güçlü - Tarık Ziya Ekinci - Tayfun Mater - Teoman Madra - Teoman Pamukçu - Tora Pekin - Tuğrul Eryılmaz - Tuna Beklevic - Tuna Erdem - Tuncay Birkan - Turgay Oğur - Tülay Artan - Tümay İmre - Türkan Yalçın Sancar (Doç. Dr.) - Ufuk Uras - Uğur Kutay - Umut Tümay Arslan - Ümit Cizre (Prof. Dr.) - Ümit Fırat - Ümit Kardaş - Ümit Kıvanç - Üstün B. Reinart - Vahap Coşkun - Vangelis Kechriotis - Vasıf Kortun - Vecdi Sayar - Vedat Kalender (Şanlıurfa Tabip Odası Bşk.) - Veli Ünlü Gedik (Batman Tabip Odası Bşk.) - Veysel Eşsiz - Veysi Altay - Veysi Sarısözen - Yahya Madra - Yalçın Ergündoğan - Yaman Barlas (Prof. Dr.) - Yaprak Zihnioğlu - Yaşar Güner - Yeşim Atamer (Doç. Dr.) - Yeşim Erdem - Yıldıray Oğur - Yıldıray Ozan (Prof. Dr.) - Yıldız Önen - Yunus Bircan - Yusuf Alataş (İHD Gn. Bşk.) - Yüksel Selek - Z. Pelin Bayındır - Zafer Aydın - Zafer Kurtul - Zafer Üskül (Prof. Dr.) - Zakaryan Mildanoğlu - Zehra Şenoğuz - Zeki Gül - Zerrin Kurtoğlu - Zeynep Gambetti - Zeynep Tanbay - Zeynep Taşkın - Zeynep Adacan - Zeynep Vardal - Zozan Özgökçe - Zuhal Bilgin - Zülal Kılıç-
.

("Avrupalı Dostlarından Türk Halkına")

"To the Turkish people from their European friends

In recent days Turkey's citizens have been carefully watching the reactions of politicians across Europe and the United States to the memorandum by the Turkish military issued on April 27. In these fraught circumstances, it is vital to send an unambiguous message to Turkish society. We strongly regret this intervention that could harm Turkey's progress as well as its relations with the European Union.

The EU decided to open negotiations with Turkey as a result of a striking sequence of reforms that led the European Commission in 2004 to declare that Turkey substantially met the so-called political Copenhagen criteria. One of these criteria is respect for human rights and fundamental freedoms. Another is a functioning democracy, including as a basic principle, full civilian control over the armed forces. The intervention by the military on April 27 throws Turkey's compliance into doubt.

The Turkish military justified this by the need to defend "Turkish secularism." However, the threat to secularism has been overstated. In fact, Turkey has undertaken a number of important reforms, in sectors ranging from women's rights to education, which provide legal protection for secular values. Much remains to be done - including removing the penal code's restrictions on freedom of speech and working to close the gender gap - and we call on the Turkish authorities to vigorously pursue the reform path. But Turkish legislation has never been closer to European standards than today, and many of these changes have been brought about under the current government.

We believe that it is up to the Turkish political process, and to Turkish civil society, to express the preferences of the Turkish public. Large demonstrations, challenges of political decisions in courts and political campaigns are all acceptable tactics in democratic politics. We understand those who are concerned about the concentration of power, but this should not be taken as an excuse for the military to limit democratic government.

Finally, we call on European governments to reaffirm the promises and commitments that the EU has made in the past. Turkey still has much to do before it meets European standards, but by showing solidarity with Turkish democrats, the EU can now help to keep the process on track."

Urban Ahlin, deputy chairman, foreign affairs committee, Swedish Parliament; Hans van den Broek, former foreign minister of the Netherlands; Daniel Cohn-Bendit, member of European Parliament; José Cutileiro, former secretary general, WEU; Marta Dassù, Aspen Institute Italia; Andrew Duff, member of European Parliament; Sarmite Elerte, editor, Diena; Michael Emerson, Center for European Policy Studies; Joschka Fischer, former foreign minister of Germany; Timothy Garton Ash, Oxford University; Teresa Patrício Gouveia, former foreign minister of Portugal; Charles Grant, Center for European Reform; Diego Hidalgo, FRIDE; Michiel van Hulten, former chair of the Dutch Labor Party; Josef Janning, Bertelsmann Foundation; Dan Jørgensen, member of European Parliament; Mary Kaldor, London School of Economics; Lord Kinnock of Bedwellty, former EU Commissioner; Gerald Knaus, European Stability Initiative; Ivan Krastev, Center for Liberal Strategies; Joost Lagendijk, member of European Parliament; Mark Leonard, European Council on Foreign Relations; Alain Minc, chairman of Le Monde and head of AM Conseil; Antonio Missiroli, European Policy Center; Giles Merritt, Friends of Europe; Kalypso Nicolaidis, University of Oxford; Cem Özdemir, member of European Parliament; Ana Palacio, former foreign minister of Spain; Diana Pinto, historian; Narcis Serra, former vice president of Spain; Aleksander Smolar, Stefan Batory Foundation; Dana Spinant, European Voice; Antonio Vitorino, former EU Commissioner; Gijs de Vries, former EU counter-terrorism coordinator; Stephen Wall, former adviser to the British prime minister

International Herald Tribune, May 16 207(http://www.iht.com/articles/2007/05/16/opinion/edlet.php)

.

11 Mayıs 2007 Cuma

Turkey's Foreign Policy in Turbulent Times

The European Union Institute for Security Studies (EUISS)

Chaillot Paper nº 92 — September 2006

Kemal Kirişci, Bogazici University


Today, Turkey is caught between two sets of challenges. The first set includes the typical conventional challenges that relate to national security, territorial integrity and political stability. The second set of challenges has to do with maintaining the pace of political reform, gaining access to markets, ensuring economic stability and growth in the region, as well as securing energy supplies. Above all, but closely related to these challenges, is of course the ultimate challenge for Turkey: EU membership. How will Turkey respond to these challenges? What are Turkey's immediate foreign policy concerns and options? What are the new patterns of Turkish foreign policy making and behaviour? Can Turkey indeed play the role of a model for the region's transformation towards democratisation and engineer an 'intercivilisational dialogue'?

This Chaillot Paper deals with these questions and presents a number of options for Turkey's foreign policy in turbulent times.

.

Full Text PDF Version (112 pages)

.

http://www.iss-eu.org/chaillot/chai92e.html

.

4 Mayıs 2007 Cuma

Turkey Divided: Politics, Faith and Democracy

Loyola University, Chicago
.
A convulsive crisis is gripping Turkey. At stake is not just the choice of the next president or even the future political direction of the country, but the fundamental identity of the Turkish state and society. How this crisis is resolved will determine the evolution of this pivotal nation for years to come, and will - whatever the outcome - have repercussions far beyond Turkey's borders.

A crisis which has exposed the profound rifts in Turkish society began with the decision of the ruling Adalet ve Kalkinma Partisi (Justice & Development Party / AKP) to have the new president elected in advance of the parliamentary elections scheduled for November 2007. Turkey's 1982 constitution specifies that the president in Turkey is elected by parliament; although the prime minister is the main executive officer, the president is the highest political authority and wields some substantial veto powers. This makes the presidency, currently held by Ahmed Necdet Sezer, a coveted political position.
.
It has long been speculated that the prime minister Recep Tayyip Erdoğan - an ex-Islamist centre-right politician whose party has been in power since the election of November 2002 - sought to parachute himself to the presidency, a process that would start with a nomination from his AKP party by the scheduled date of 26 April 2007. The AKP leadership was aware of the widespread opposition to Erdoğan's promotion, and decided to wait until the last moment to announce its candidate in order to expedite the project.

The plan failed, as hundreds of thousands of secular Turks rallied against his candidacy in Ankara on 14 April in the first of a series of massive demonstrations. Erdoğan's default move was to promote as an alternative the candidacy of his foreign minister and longstanding ally, Abdullah Gül. This failed to appease the opposition, but the proposal came to the parliament for the first round of voting on 27 April. According to the constitution, Gül needed two-thirds of legislators (367 votes) in the first two rounds and 276 in the third round to be elected president. In the event - after a boycott by opposition MP's who sought to abort the process by making the vote inquorate - 361 parliamentarians participated in the voting, of whom 357 of them voted for Gül. The main opposition party, the Cumhuriyet Halk Partisi (Republican People's Party / CHP) argued that the voting was unconstitutional on the grounds that the constitution requires a quorum of 367 parliamentarians; it then appealed to the constitutional court to rule on the validity of the process.

The very same night, a major player in all Turkish constitutional issues - the army - announced its presence in the drama. On its website, the Turkish general staff published a stern memorandum stating that certain groups were relentlessly exploiting sacred religious feelings for their sinister goals and challenging the state's authority. The memo made clear that the armed forces would not stay neutral: as guardian of the state's secular character, it would uncompromisingly defend the principle of secularism. The government responded by criticising the memorandum while adopting a conciliatory tone towards the military.

Two days later, hundreds of thousands again marched in Istanbul in support of secularism, and denounced Gül's candidacy. On 1 May, the constitutional court considered the CHP's application and ruled that the vote for the president in the parliament was invalid. The government's response was swift: prime minister and AKP chairman Erdoğan, called for early parliamentary elections. On 3 May, the parliament in Ankara supported him by voting to hold elections on 22 July rather than November. On 4 May, Erdogan held a two-hour meeting with the Turkish military's chief-of-staff, Yasar Buyukanit. At this stage, it still appears that the newly elected parliament will elect the eleventh president of the Turkish republic.
.
The roots of crisis
The current conflict has its deeper roots in the late Ottoman period when a group of highly educated modernisers identified popular traditions and Islamic practices as the cause of their society's backwardness. Their vision of secularism - more strictly, laicism - entailed not only separation between state and religion, but more importantly strict restrictions on public expressions of Islamic identity and the state's control over Islamic organisations. They consolidated their rule with the establishment of the Turkish republic in 1923 and engaged in an ambitious modernisation project.

The military and the judiciary gradually became the self-declared guardians of the republic. As the new state became consolidated in the 1940s, an alternative elite started to emerge: loyal to the republican order, but promoting a more inclusive and tolerant version of secularism. The introduction of free multiparty elections in 1950 brought this elite to power. Over time the conflict between two competing versions of the role of Islam in Turkey's socio-political affairs crystallised into the division between centre-left and centre-right parties.

Centre-right parties have been predominant in Turkey; they won nine of the fourteen elections held between 1950 and 2002. But during the 1990s - partly under pressure of frenetic social change and economic dislocation - the support-base of the centre-right parties started to erode, and religious and xenophobic nationalistic parties rose to fill the vacuum. The electoral victory of the Islamist, but not extreme, AKP in the 2002 elections seemed to restore the pivotal position of the centre-right in Turkish politics, but it did not mend the great rift of Turkish politics.
.
The AKP and the secular republic
The AKP government has a successful record in many respects. It inaugurated an era of political stability that translated into sustainable growth rates, major democratic reforms, increasing
linkages with the European Union, and growing influence in the middle east. However, the AKP also came to resemble the decaying centre-right parties it had replaced. It rapidly matured into a patronage-distributing and hierarchical organisation with very limited pluralism and grassroots participation in decision-making.

Moreover, the AKP has proved unable to overcome the military's hegemony over Turkey's Kurdish policy and take bold initiatives that would contribute to the peaceful solution of the endemic Kurdish problem in the southeast of the country (and accentuated by developments in Iraq). It refused to reduce a 10% threshold of guaranteed seats, which had the effect of excluding Kurdish nationalists from the Turkish parliament and making the body unrepresentative of the full spectrum of political loyalties in the country. This uneasy relationship to democracy also became apparent in its consistent rejection of the idea of having the president elected by direct popular vote of the Turkish people - until it became clear that Abdullah Gül would not be elected by parliament, when it executed an immediate u-turn.

The implications of the events of the last week are twofold. First, it has become clear that Turkish democracy is far from being consolidated. Consensus on even the basic constitutional rules is non-existent and major political actors have little trust in each other. The military left no doubt that it would not tolerate the assumption of the presidency by an ex-Islamist activist and founder of the AKP whose wife (as does the prime minister's) wears a
headscarf. It did not matter to the army that Abdullah Gül has been a staunch advocate of Turkey's democratisation and membership of the EU since the early 2000s.

Second, the Turkish citizens who marched in the streets and are backed by the guardians of the state are fearful of the AKP not because of its perceived undemocratic agenda but because of its perceived majoritarianism. They are anxious in a political system where the AKP leaders occupy the three top elected positions - presidency, prime ministry and the speaker of parliament - they would be completely marginalised. It may seem hard to understand that these citizens are afraid of a party that enthusiastically supports Turkey's membership of the European Union, has acted within the parameters of the republic's laws, and is committed to political and economic liberalisation.

But their attitude also fits the logic of Turkey's modern political development, where the main categories of identification - state and society, left and right, secular and religious - resist easy or rigid classification. In this light, it would be too easy to dismiss the protestors' concerns as being unfounded. In their view, secularism does not only mean the separation of state and religion but also a mindset that categorically resists religious communalism and conformism. They may not be right in associating those tendencies with the AKP. Nonetheless, the strength of laicism in Turkey has been a strong factor in taming illiberal forms of Islam. Freedom from religion would have better prospects in the Muslim world if defenders of "secularism" were to march also in Cairo, Islamabad, or Tehran.
.
May 4, 2007
.

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

The Reflection Cafe

Site İstatistikleri

Locations of visitors to this page

 

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı