14 Nisan 2006 Cuma

ANDELÎB-İ GÛYÂNIN YOLCULUĞU OLARAK AŞK

Ahmet İNAM
ODTU Felsefe Bolumu
.
Biz güzellersiz olmazız Ahmed
Bülbülüz gülsitânsız olamasız
Ahmet Paşa
.
Dede Efendi’nin güfte yazarını bilmediğim hicâz yörük semâisinin sözlerinin bir bölümü şöyle:



Yine neş’e-i muhabbet dil-u cânım etti şeydâ
Yine bezm-i ayş-u vuslat edip ehl-i aşkı ihyâ
Aman ey gül-i nihâlim beni eyle vasla şâyân
Sana cân-ü dil fedâdır gönül andelib-i gûyâ


Muhabbet neş’esi, muhabbet gibi çok zor gerçekleşen bir iletişim ve sevgi paylaşımının neş’esidir. Bu sevinç, gönlü, cânın derinliklerindeki bir ateşe yakınlaştırır. Cânın başını döndürebilir. Muhabbet neş’esi aşk deliliğine yol açar. Demek ki sevinçtir, deliliğe yol açan; kavuşmanın, sevgilinin, paylaşmanın sevinci. Buluşma, kavuşma eğlencesini yaşayanların içinde bulunduğu ortam, kavuşanlar topluluğu, aşk ehline cân veriyor. Kavuşanların bir meclisi vardır, bir topluluğu: Bezm-i vuslat. Kavuşma bireysel değildir, kavuşan, kavuşanlar topluluğunun üyesidir: Kavuşma topluluğu, aşk yolunda yürüyenlerin bir alt kümesidir, matematiksel dille söylersek. Kavuşanlar, aşk âlemine yürüyenlere can katarlar.


Çünkü aşk, onüçüncü yüzyılla onsekizinci yüzyıla dek, beşyüzyıllık süre içinde İran ve Osmanlı topraklarında, sevenden, sevilenden bağımsız olarak yaşar. En azından bu çalışmanın odaklandığı onbeş şairin divânlarında yaptığım geziden ulaştığım sonuç bu. Bu şairler saptayabildiğim ölüm tarihlerine göre eskiden yeniye doğru şöyle sıralanabilir. Sâdi (1292), Hâfız (1390), Şeyhî (1431), Nesîmi (1433), Mollâ Câmi (1492), Ahmet Paşa (1497), Necâtî (1509), Usûli (1538), Üsküplü Ishâk (1539), Hayâlî (1557), Yahyâ Bey (1582), Nef’î (1635), Şeyhülislâm Yahyâ (1644), Nâilî (1666), Nedîm (1730). Bu onbeş şairlik aşkı anlatanlar öbeği, rastgele seçilmiştir. Bu öbeğe bir iki şair eklenmesiyle ya da ondan kimi şairlerin çıkarılmasıyla, yorum, elbette değişebilir.


Aşk, o dönem içinde (onüçünçü ve onsekizinci yüzyıllar arası) bir yaşam biçimi idi. Bu yaşam biçiminin tasavvufî gelenekten beslendiği açık. Bu çalışmada yorumlamaya çabalayacağım aşk, bu gelenekten beslenip, edebiyatın zenginliği içinde, divân şiirinin gözüyle görülen aşktır. Bu aşk, bir aşk küre olarak kültürü sarar. Bu aşk küre içindeki şairler, bu kürenin ulaşmaya çalıştığı, ötedeki, bu dünyayı aşan ideal bir aşk âleminin yolcularıdır. Ehl-î aşka mensupturlar. Bu âlem, Platon’un idealar dünyasına benzer. Ulaşılması olanaklı değildir. Giderek yaklaşabilirsiniz ancak.


Bu çalışmayı Dede Efendi’nin bir güftesiyle açışımın nedeni, dünyadaki aşk kürede yaşanan vuslatın, kavuşmanın, önemini vurgulayarak varlıklarını göstermeye çalışmaktır. Bu çalışmadaki yorumlarımız konunun uzmanları tarafından pek acemice belki de ukâlaca bulanabilir. Andelîb-i gûyânın yorumlarıdır, yanlışlarından öğrenmeye gafletinden uyanmaya hazırdır.


Aşk kürede, dünyada, yeryüzündeki aşk, Divân şairlerinin deyimiyle ayş-i deh-rûz (sözcük anlamı on günlük yaşam, dünya yaşamı!) içindeki aşk ile aşk âlemindeki yetkin aşk arasındaki uçurum, çalışma boyunca vurgulanmaya çalışılacaktır. Kavuşma, ihyâ eder, can verir, hayat verir, geliştirir, olgunlaştırır, ama ideal anlamıyla yetkinleştirmez. Ayş-î dehrûz içindeki vuslat, hep nâkızdır (eksik!)


Gül fidanına kavuşulacaktır, bu gül-î nihâl, seveni, kavuşmaya yakışır hâle getirecektir. Her türlü kavuşma “vuslat” değildir. Vuslatı haketmiş olmak gerekir. Bundan dolayı, sevgili, “beni eyle vasla şâyân” diyor. Vasla, kavuşmaya değer bir insan yap beni. Vuslat, aşk âleminden “nasibini almamış”, “vasl”ı haketmemiş insanların işi değildir. Sevgilisine, gül fidanına, gül-i nihâline, beni eyle vasla şâyân” diyen sevgili, âşık, aşk âleminden nasip almış bir âşıktır. Nesine güvenerek yapmaktadır bu önerisini? Kendisini sevgilisine feda edebilme cesâretine güvenerek. Bu cesâretle. Ehl-i dil olarak yaptığı yalculuğun çilesi ve cesaretiyle. Kendi gönlünün, söyleyen, konuşan şiir söyleyen bülbül olduğunu bilerek: Gönül, andelîb-i gûyâ, Gönül bülbül olmasaydı aşk küreye giremez, aşkı duyamazdı:


Çünki bülbülsün gönül bir gülistân lâzım sana
Çünki dil koymuşlar adın dil-sitân lâzım sana

Nedîm


Andelîb-i gûyâsın ey gönül, mâdem ki söylüyor, konuşuyor, söz söylüyorsun, elbette bir gül bahçesi gerekecek sana. İşte, aşkta sözü olanlar, şairler, şuarâ-yi aşk, aşk âlemini duyup, dünyada gülistân yaratanlar, işte onlardır aşk ehli. Onlardır, aşk yolunda gönül taşıyanlar; onlardır, gönül çelenlere, gönül alanlara gerek duyanlar. Önce aşk âlemi. Sonra bu âlemi tanıyan, sezen, duyan, bülbül. Sonra bülbülün sözleri. Konuşması. Sonra gül bahçesi. Sonra da dilsitân olan, gönül çelen, gönül çeken, sevgili.


Bülbül gönüldür. Gönül aşk âlemine yapılan yolculukta, tadan, acı çeken, duyan, düşünen güçtür:


Hem kadeh hem bâde hem bir şûh sâkidir gönül
Ehl-i aşkın hâsılı sâhib-mezâkıdır gönül

Nef’î


Gönül, aşk ehlinin, dünyanın mânâ ve lezzetine sahip olduğu yerdir. Ehl-i aşk gönülle zevk sahibi olur, aşk âlemi ile irtibatı kurandır. Hem aşkı taşır, kadehtir, hem aşk âlemiyle bağlantıdır, şaraptır, hem de diğer gönüllere aşkı sunabilir, sâkidir.


Aşk gönülle yaşanır, gönül vuslatlarla kanmaz. Vuslatlara kanmaz. Aşkın uçsuz bucaksız çöl olduğunu bilir. Hiç bir konuşma doyurmaz onu. Hiç bir vahâda duramaz.


Böyle bî-hâlet değildi gördüğüm sahrâ-yı aşk
Anda mecnûn bîdler divâne cûlar var idi

Nedîm


Aşk küre, âşıka bî-hâlet, niteliksiz görünebilir, oysa o kürede mecnûn bidler (bîd-i mecnûn, ağlayan söğüt, salkım söğüt!) ve deli gibi akan akarsular vardır. Aşk küre sürekli değişir, bülbül, çölün bî-hâlet hâline de tahammül edebilir, çöl bir gül bahçesi olabilir ona, çölün ıssızlığı dilsitân olabilir. Aşk, bu yazıda bu bülbülün gözüyle anlatılacaktır.


1. AŞK
.
Aşk bir âlem. Evrenin üstünde durduğu bir anlam ve sırdır. Aşk âlemi âşık ve mâşuktan önce var. Onlar bu âleme doğuyorlar.


Her dilde arasan bulunur aşkdan eser
Her toprağı ki kazsalar elbette mâ çıkar

Necâtî


Her gönülde aşkın izleri vardır. Her topraktan su çabileceği gibi, her kalpte aşk bulunabilir. Evren aşk küre içindedir. Aşk her gönülde vardır ama onu bulup çıkaracak insana gerek vardır. Aşk bağımsızdır insandan, aşk öncedir insandan Önce aşk, sonra âşık, sonra mâşuk gelir.


Dünyada bir beden ki onun aşkı olmaya
Bir şehre benzer ol şeh-i âlem penâhsız

Yahyâ Bey


Âlemin düzenini koruyan padişahın bulunmadığı bir şehre benzer aşksız beden. Aşksız beden düzen tutmaz. Aşksız beden cansızdır, güçsüzdür. Yaşam biter, insan için, aşk olmayınca. Aşk, tasavvufun çekirdeğinde büyüyen aşktır. Dünyevî renklere bürünse de, bedene, hazlara yönelse de.


Ey Nesîmî kâ’inâtın varına sen bakma kim
Çünkü cânın dâ’imâ dil-dâra döndürmüş yüzün

Nesîmî


Dünyada, dünyaya ait sevgili bile “ka’inâtın varına” yönelmeyen bir gözle görülür. “Dildâr”, kâ’inat ötesidir. Aşk oradan gelir. Aşk âleminin kaynağı odur. Her aşığın yüzü, aşk âleminin “menbaına”, sevgiliye, aşkâ dönüktür. İster mutasavvıf olsun ister olmasın. 13. yüzyıldan 18. yüzyıla uzanan zaman dilimi içinde, islâm kültürü, aşkı, tasavvufî bakışın oluşturduğu bir ortam içinde yaşadı. Sevgiliye dönen yüz, kâ’inat ötesi aşk âleminden gelen ışıkla aydınlanır. Sevgilinin yüzü bu ışıkla görülür. Bu ışığın aydınlattığı aşk âleminde yaşanır aşk. Bu nedenle aşk âleminin etkileri ten toprağı ile gizlenemez. Aşk âleminden gelen okun açtığı yara, dünyevî şifâ ile kapanmaz.


Ahmed’in cânına zahm urdu ezelde tîr-i aşk
Bir avuç ten toprağıyla gizlenir mi yarası
Ahmet Paşa


Cânı olan, aşk yarasına açar kalbini. Aşk okundan korkmaz. “Merdâne” atılır, aşk meydanına.


Baş açuk yalın ayak girmişüz deryûze-i ‘ışka
Cihan dervâzesinde cirmimüz mihr ü muhabbettir.

Üsküplü Ishâk Çelebi


Bu mertlikte aşk ehli dilenciliğe bile râzı olabilir. “deryûze-i ışk” olmak aşk âleminin kapısındaki dilenciliğimiz muhabbet ışığına bürünmüşlüğümüzden gelir. Muhabbetin ışığıyla, aşk âleminden gelerek varırız dünyadaki sevgiliye. Aşk âleminin kapısındaki dilenciliğimiz, muhabbet ışığımız, bu dünyadaki garipliğimizi ortadan kaldırmaz. Garipliğimiz, aşk yarasıyla kanayan kalbimizden, aşk âlemini derinden duyuyor oluşumuzdandır. Dünyayı merak eder ama fırsatlarını da aç gözlülükle değerlendirmek istemeyiz.


Bu şehrün çok didiler dilberini
Garibüz görmedük biz ekserini

Üsküplü Ishâk Çelebi


üm dilberleri görmek dünyaya gark olmak demek. Aşk yarasıyla kanayanlar elbette aşk âleminden beslenirler, garip olurlar, aşkı yaşamak için tüm dilberleri görmek zorunda değiller. Adını dîvân-ı aşka yazdıranların ikinci adları “gussa”dır, kaygıdır. Kaygıyla yaşanan aşk büyük bir belâdır.


Gussadan mahlâs dilersen ey gönül
Adını dîvân-ı aşka yazdır

Necâtî


Bir belâdır aşk, yakıp kül eder insanı, bütün belâlerden üstün bir belâdır o:


Bir demûr tağı delüp boynına almak gibidür
Her kişi âşık olurdı eğer âsân olsa

Yahyâ Bey


Şulesine mumun bile güldüğü ateşe ateş demezler. Ateş,
pervâneyi yakıp kül eden ateşe derler.
Hâfız, 127.Gazel


Demirdağı delen ateş, ona pervâne olanları yakar, âşk âlemi yakıcı bir alemdir. Bir belâdır. Ama yaşayabilen, belâya bağışıklık kazanan için, bir varoluş biçimidir. Yaşamak yanmak demektir.


Aşk ateşine yanıcı pervâne değilsek
Bîllâhi Usûlî bize de yâ nelerîz biz

Usûlî


Aşk belîsının düşen belâsı yok sanarak düşer aşka:
.
Aşkın belâsı yoh deyüben aşka düşme var
Kim âşık oldu kim didi aşkın belâsı yoh

Nesîmî


Yanan pervane belâ-yı aşktan beslenir, ateşle yaşar. Aşk belâsı aşığı dünyanın belâlarından korur.


Cân ile şöyle belâ dedin belâ-yı aşka kim
Her taraftan bin belâ gelse belâ gelmez sana

Usûlî


Aşk, yanma, yaralanma ile yaşanan bir belâdır ama sevgilinin elinden bize evrenin yaratılış sırlarını da sunar:


Bûr kâse sundu sâki-i aşkın cihâna kim
Nûş eden anı kevn ü mekândan haber verir

Ahmet Paşa


Aşkın belâsı, aşk âleminden uzak düştükçe yaşanır. Mal-mülk dünyasına gömüldükçe aşk bir belâdır. Bu dünyada iken bu dünyadan uzak kalabilmek, aşk âlemine yaklaşabilmek, gönlü zenginleştirir, aşkın doruklarından birine ulaştırır insanı. Sevinçlerden ve acılardan uzaklaşır insan, ruh dinginliğine erer.


Ganîdir ışk ile gönlüm ne mâlûm ne menâlüm var
Ne vasl-ı yâre handânâm ne hicrandan melâlüm var

Yahyâ Bey


Aşk, zengini, malı mülkü bir kenara koyar. Aşk âlemine yakınlığından dolayı ne sevgiliye kavuşmak sevinç verir ona ne de ondan uzaklaşmak acılıdır. Yunus’un “Ne varlığa sevinirim / Ne yokluğa yerinirim / Aşkın ile avunurum / Bana seni gerek seni” dediği aşk âlemi yaşantısıdır, bu. Aşk âlemi şarapla duyulur şarapla bu âlemden pay alınır.


Mecnun gibi tolu içelim ışk şarâbın
Sohbetde gerek içile peymâne berâber

Üsküplü İshâk Çelebi


“Sohbet”, “muhabbet” aşk âleminin görünüşleridir dünyada. Bu âlemi âşık farklı yaşar, zâhid farklı.


Erbâb-ı aşk ah eder ashâb-ı zühd hû
Lâbüd cihânda her kişinin bir hevâsı var

Necâtî


Âşık din yoluna uzak değildir amâ aşk âlemini duymanın kişinin kendini vermesini gerektiren bir özelliği vardır. Her kişi bu âlemle kendi “hevâsı” ile ilişkiye geçer.


Âlem-i aşk, bir sırdır, bir belâdır, ama rastgele yaşanan, kendi düzeni, “iç yasaları” olmayan bir âlem değildir.


Ey dîde hûsn-i yâr harîminden özgeye
Zinhâr bakma hâkim-i ışkun yasağı var

Üsküplü İshâk Çelebi


“Hâkim-i ışk” aşk bilgesi, yâr güzelliğinin mahremiyeti dışına çıkmamamız gerektiğini söyler: Yâr ile ilişki, kapalı, özel bir ilişkidir.Öte yandan aşk âlemi bilgeleri bile dünyevî aşklara karışır.


Müşkül bu kim muhabbet iki baştan olmadı
Sevdirmedi sana beni illâ bana seni

Necâtî


Aşk âlemi bilgelerinin aşktaki bakışımlılığı (simetriyi) vurgulamaları ilginçtir. Gerçi, yukarıdaki dizelerde karşılıklılığın gözetilmemesinden duyulan zorluk dile getiriliyorsa da,bu dizeler, aşk ehlinin aşk âleminden pay alarak yaşadıkları dünyevî aşklarda taşıdıkları kaygılardan birini vurgulaması açısından dikkat çekici.


Dünyadaki aşklardan çekilen ağır acılar karşısında tahammülden öte bir yol var mıdır?


Gönül, âşıklıkta tahammül gerek, ayağını dire.
Bir elem olduysa oldu, bir hatâ yapıldıysa yapıldı.
Hâfız, 78. Gazel


Aşkta yapılan yanlışlar, beceriksizlikler, Başarısızlıklar, aşk âleminden uzaklaştırır bizi. Oysa direnmek, bu âlemle bağlantıyı kesmemek gerekir. Hattâ, tahammül gücü bizi aşk âlemine yolculuğa, sefere, seferlere çıkarır…


...
.
Calismanin tamamina asagidaki linklerden ulasabilirsiniz.
.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

okurken insani degisik alemlere goturen enfes bir yorum, Ahmet Inam Hoca'ya tesekkurler...

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

The Reflection Cafe

Site İstatistikleri

Locations of visitors to this page

 

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı