Tarihçinin Mutfağı [17.12.1998]
TARIH VAKFI
17 Aralık 1998 tarihli "Tarihçinin Mutfağı" söyleşimizin konuğu Ahmet Yaşar Ocak idi.
Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyesi, Türkler ve İslam konusunda birçok kitabın yazarı Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak'ın tarihe merakı ilkokulda uyanmış. O dönemde tarih kitaplarının resimlerine bakmaktan ve tarih romanları okumaktan büyük bir zevk aldığını belirten Ocak, İskit Yayınevi tarafından yayımlanan Mufassal Osmanlı Tarihi isimli altı ciltlik kitabı okuduktan sonra Osmanlı tarihine ilgi durmaya başlamış.
"İlahiyat tahsilim sırasında İslam tarihine ve İslam teolojisine çok büyük bir merâkım vardı. Fakültedeki hocam Muhammed Tavit Tancı kanalıyla da mezhepler tarihine yöneldim. Fakat Osmanlı tarihine de büyük bir ilgi duyuyordum. Bu yüzden İlahiyat tahsili bittikten sonra, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nin Tarih Bölümüne kaydoldum.Burada okurken Ortaçağ Tarihi ve Sanat Tarihi sertifikası aldım. Bu arada Yüksek İslam Enstitüsü'ndeyken pek iyi anlayamadığım, kıymetini takdir edemediğim Fuat Köprülü ve Abdülbaki Gölpınarlı'nın eserlerini okudum. Bilhassa Köprülü'nün "Anadoluda İslamiyet" isimli ünlü makalesi beni çok etkiledi ve o anda, kimliğimi bulmuş gibi saydım kendimi ve Anadoluda İslamiyetin gelişimi bende çok büyük bir merak uyandırdı."
Ahmet Yaşar Ocak mezun olup bir sene öğretmenlik yaptıktan sonra Hacettepe Üniversitesi Sosyal ve İdari Bilimler Fakültesi Tarih Bölümü'ne asistan olarak girmiş. Daha sonra 1974'te Strasbourg'a giderek, Strasbourg Üniversitesi Türkoloji Bölümü'nde doktora çalışmalarına başlayan Ocak, çalışmaları sırasında heterodoks İslama yöneldiğini belirtiyor:
"İslamiyet Yahudilik ve Hıristiyanlığı düzeltme iddası ile gelen bir din. Ama İslam mezhepler tarihi literatürü, Yahudilik ve Hıristiyanlığı redde yönelik fazla bir eser ihtiva etmiyor. Bu, doktora tezimi hazırlarken dikkatimi çekmişti. Türklerin kabule başladıkları tarihten günümüze kadar İslamiyetin tarihsel süreç içinde aldığı biçim, hem toplumsal alanda devletin kendi politik aracı olarak hem de halkın inanç yapısı olarak, benim fevkalade ilgimi çekti. Çalışmalarımı bu konuda yoğunlaştırmaya başladım. Babailer İsyanı bunun ilk hareket noktası oldu. Türk tarihindeki İslamın aldığı biçimler içerisinde özellikle heterodoks yapı benim çok ilgimi çekti."
...
RESMİ TARİH(LER)
Ocak'a göre sadece devlete ait olan tek bir resmi tarihten ziyade, farklı toplumsal kesimlerin kendi resmi tarihleri var ve bu tarihleri de genellikle ideolojik kabuller ve önyargılar biçimlendiriyor:
"Resmi tarih terimi bence çok problemli bir terim. Özellikle son yıllarda Türkiye'de çok telaffuz ediliyor. Bence Türkiye'de bir tek resmi tarih yok. Her kesimin kendine göre ayrı bir resmi tarihi var. İşte esas problemimiz bu. Yani, tarih kendini nasıl anlatıyorsa, olaylar kendilerini nasıl sunuyorlarsa o şekilde onlara yaklaşmak lazım. Bunu yapamadığımız için Türkiye'de bugüne kadar her kesimin kendine göre bir resmi tarihi oluşuyor. Örneğin Türkiye'de Batıcıların, muhafazakârların, Kemalistlerin, İslâmcıların, ayrı ayrı resmî tarihleri var. Sünniler ve Aleviler de kendi tarihlerini oluşturmuşlar. Yani, bilimsel tarihin onların şu anda sahip oldukları tarih bilincinde fazla bir etkisi yok."
DEFORME TARİH
Alevilik ve Bektaşiliğin özellikle 1990'lardan itibaren sık sık gündeme geldiğini belirten Ocak, popüler tarih bilincinin bu konulara yaklaşımının ciddi sorunlar ihtiva ettiğini vurguluyor:
"Türkiye'de hakikaten popüler seviyede çok deforme bir tarih bilinci var. Bu yüzden biraz metodolojiye yönelmek istedim. Özellikle 1990'lı yıllardaki makalelerimin önemli bir kısmında tasavvuf, Alevilik, Bektaşilik incelemelerinde acaba nasıl bir bilimsel tarih yöntemi ortaya konabilir, bu deformasyonlar nasıl düzeltilebilir, yahut bu tarihe nasıl bakmak gerekir diye düşünerek kendime göre birtakım yaklaşımlar ortaya koymaya çalıştım. Çeşitli toplantılarda veya sempozyumlarda, kongrelerde bu konularla ilgili bildiriler sunmaya çalıştım. Bunun müsbet etkilerini de görüyorum. Özellikle son zamanlarda Alevi kesimin içerisinde 1990'ların başındaki perspektiften ayrılarak yavaş yavaş bir bilimsel ortama doğru yaklaşma eğilimleri var. Bunlar sevindirici gelişmeler. Öğrencilerimden bazılarını da bu alana yönlendirmeye çalışıyorum. Zannediyorum Türkiye ileride bu deforme tarih bilincinden kurtulacaktır. Aleviler, kendi tarihlerini bir takım önyargılardan kurtulmuş bir biçimde bu yeni araştırıcı nesille daha doğru bir şekilde öğrenecektir. Tabii kolay olmuyor, yani uzun yıllar birbirine karşı birtakım fikirler geliştirmiş olan iki kesimin birdenbire yakınlaşması, birdenbire birlikte birtakım çalışmalar ortaya koyması mümkün değil."
GEÇMİŞİN ELEŞTİRİSİ
Ahmet Yaşar Ocak karşılaşılan bu sorunların kaynağını geçmişin, geleneğin bilinmemesine ve dolayısıyla sağlıklı bir eleştiri sürecine tabi tutulmamasına bağlıyor:
"Türkiye, geleneksel yapısını mükemmel bir eleştiriden geçirerek modernleşmeye çalışan bir toplum olmadığı için bazı arızalar yaşanıyor. Türkiye'nin, arkasında bıraktığı tarihi sağlıklı bir eleştiriden geçirmesi gerekiyor. Bu yapılmadığı için o gelenek Türkiye'nin ayaklarından tutuyor. Türkiye aynı zamanda modernleşmek isteyen bir ülke. Bu geçişi tam anlamıyla sağlayamadığı için bir kriz yaşıyor. Türk toplumu bir kültürel kriz içerisinde. Bu değişik biçimlerde ortaya çıkıyor. Türkiye'de bu kadar çok değişik ideolojik yapılanma varsa bu, Türkiye'deki kültürel yapının ne olduğunu pek iyi anlayamamaktan kaynaklanıyor kanaatimce. Eğer Türkiye'de yaşıyorsak, benim kanaatime göre insanlar inansın veya inanmasın, kabul etsin veya etmesin bu ülkenin kültürü uzun yüzyıllar boyunca İslamiyete dayanıyorsa, bu din hakkında bilgi edinmek zorundalar. Eleştirecek olanların da öğrenmesi lazım, çünkü neye dayanarak eleştireceksiniz, yani İslamiyeti eleştireceksek bir bilgi temeline dayalı olmalı bu. Onu kabul ediyorsak, ona inanıyorsak bu inancımızın da yine bir bilgi temeline dayalı olması lazım. Bu ise benim kanatime göre sağlıklı bir tarih perspektifinden geçer.Yani siz İslamiyetin doğduğu günden bugüne kadar aradaki bu uzun kronolojik koridoru çok sağlıklı bir biçimde modern tarih yöntemiyle analize tabii tutmazsanız, hiçbir zaman sağlıklı sonuçlara ulaşamazsınız."
ÖNYARGILARDAN KURTULMAK
Sağlıklı bilgiye ulaşmanın, bilimsel bir tarih perspektifi edinmenin yolunun önyargısız bir yaklaşımdan geçtiğini söyleyen Ocak, Türkiye'de, sahip olunan zengin kültürel birikime rağmen, özellikle bu konuda çok sıkıntı yaşandığını vurguluyor: "Uzun yıllar Sovyet Rusya'dan korktuk, Rusça öğrenmedik; İran'dan korktuk, 'İran'la ilgili çalışmalar yaparsak, Farsça öğrenirsek acaba onlar gibi mi oluruz' dedik, Farsça öğrenmedik. Yanı başımızda Yunanistan var, 'Bunlar bizim İstiklal Savaşı'nda en büyük düşmanlarımızdı' dedik, Yunanca öğrenmedik. Araplardan korktuk, 'Aman, laiklik elden gider, gerici oluruz' dedik, Arapça öğrenmedik. Acaba dünyada böyle bir ülke var mı? Bu kadar çok değişik kültürle çevrili olacaksınız, ne siyasileriniz bu dilleri bilecekler, ne üniversitedeki akademisyenleriniz bu dilleri bilecekler, ne de sizin uzmanlarınız olacak. Komşusunuz, ortak bir tarihiniz var. O zaman bu tarih size birtakım şeyler yüklüyor. Siz o ülkeleri tanımak zorundasınız, o ülkelerin sahip oldukları gelenekleri, inançları, düşünceleri tanımak zorundasınız. Bunun için de onların dilini bilmek zorundasınız. Biz yalnızca kendimizi İngilizceye endekslemişiz. Yani İngilizce öğrenirsek bütün işleri halletmiş oluyoruz. Artık önyargılardan kurtulup bu dilleri bilen, araştırıcılar yetiştirmemiz lazım. Komşu ülkelerimizin tarihini bilmemiz lazım. Batının tarihini bilmemiz lazım. Yıllar yılı Türkiye'den Batıya hep Türk tarihi ile iligi çalışmalar, araştırmalar yapmak için öğrenci gönderildi. Ama Batının tarihini öğrenmek için öğrenci gönderildiğini hatırlamıyorum. Mesela Bizans'ın topraklarını biz vaktiyle zaptetmişiz, gelmişiz, oturmuşuz, başkentini almışız, şu an da içinde oturuyoruz; fakat Bizans araştırmalarının merkezi Türkiye değil. Bizim üniversitelerimizde Bizans tarihi öğretmek, öğrenmek pek ilgi çekmiyor. Birkaç kişi dışında uzman da yok."
DİSİPLİNLER ARASI İLETİŞİM
Ocak, toplantıyı izleyenlerden gelen bir soru üzerine, sosyal bilimlerdeki kompartmanlaşmanın aşılarak disiplinler arası çalışmalara yönelinmesi gerektiğini vurguluyor:
"Türkiye'de en büyük eksikliklerden birisi de disiplinler arası çalışmaların olmaması. Tarihçi tarih açısından bakıyor, ilahiyatçı ilahiyat açısından bakıyor, sosyolog kendi açısından bakıyor. Aynı problemlerle uğraşıyorlar ama birbirlerinden haberleri yok. Bu, çok büyük bir emek kaybı ve sağlıklı sonuca varmak bakımında da tabii ki pek iyi bir yol değil. Türkiye'de bu geleneğin yavaş yavaş geliştiğini görüyorum, büsbütün ümitsiz değilim. Batıdaki gibi bunun köklü bir şekilde, artık iyice geleneksel hale gelmesi için de zannediyorum biraz zamana ihtiyaç var."
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder