Fuat Keyman, Koc Universitesi
Zaman 15 Nisan 2005
.
11 Eylül sonrası bir dünyada, Türk dış politikası “çok taraflı, yapıcı ve aktif” olmalıdır. Bu yaklaşım, Ahmet Davutoğlu’nun “komşularla sıfır sorun ve çok taraflılık” anlayışına uygundur ve bugün ortaya çıkmıştır ki, Türkiye, dış politikasında, Kıbrıs sorununda olduğu gibi ne kadar olumlu ve yapıcı ise o kadar da güçlü olmaktadır...
Zaman gazetesinin yorum sayfalarında yayımlanan Türk dış politikası üzerine yazılarını dikkatle okuduğum Sn. Özdem Sanberk, 30 Mart 2005’te arka arkaya çıkan iki yazısında, son dönemlerde ortaya çıkan, hem ABD’de Bush yönetimi ve bu yönetim yanlısı basın ve düşünce kuruluşlarından, hem de Türkiye içinde seslendirilen “milliyetçi dalganın dış politika üzerinde ciddi bir sapma yarattığı ve AKP hükümetinin bu sapmanın etkisi altında kalarak pasif ve vizyonsuz bir dış politika eğilimine girdiği” saptamasını değerlendiriyor. Sanberk analitik, bilgi içeren ve tarafsız çözümlemesinde, AKP hükümetinin 17 Aralık’tan sonra, o güne kadar izlediği “aktif ve yapıcı dış politika” anlayışında bir duraklama olduğunu ve bu sorunun çözülmesi gerektiğini vurgularken, Türk dış politikasının önceliklerinde ise bir sapma olmadığını söylüyor. Evet, Sanberk gibi, bugün dış politika vizyonu temelinde AKP hükümetine yapıcı bir eleştiri yapmamız gerektiğini düşünüyorum, ama bu eleştirinin içeriğinin, boyutunun ve amacının ne olduğunu da net olarak ortaya koymalıyız.
.
Bugün, dış politika temelinde AKP’ye Türkiye’nin dışarısından ve içeriden gelen eleştiriler, iki boyutlu ve iki farklı amacı içeriyor. “Bugün Türkiye’nin bir dış politika vizyonu sorunu vardır.” saptaması ve eleştirisinin bir boyutu ve amacı, Türkiye için iyi ve yararlı olanı bulmak değil, Türk dış politikasını belli bir yönde “disipline etmek” amacını güdüyor. Bu disipline etme eylemi, ya Bush yönetiminin Irak ve Ortadoğu politikasını destekleyen ve böylece Türk dış politikası vizyonunun Bush yönetiminin ve onun yeni muhafazakar ideolojisiyle uyumlu olması gerektiği düşüncesini savunan ABD ve Türkiye içi medya ve yazılı basın yoluyla yapılan eleştirilerle gerçekleştiriliyor, ya da tam tersi, Türk dış politikasının temel ekseninin, AB entegrasyon süreci ve ABD ile ilişkilerin dışında Avrasya olması gerektiğini düşünen milliyetçi söylem tarafından seslendiriliyor. Bu eleştirilerin, birbirleriyle zıt kutuplardan gelseler de, ortak bir noktaları var: Amaç dış politika alanını disipline ederek belli bir rotaya sokmak, boyut ise, dış politikayı tek eksene, ABD ya da Avrasya, indirgeyen ve, ya yeni muhafazakarlık ya da milliyetçilik temelinde hareket eden bir ideolojik yapılanma.
Bugün, dış politika temelinde AKP’ye Türkiye’nin dışarısından ve içeriden gelen eleştiriler, iki boyutlu ve iki farklı amacı içeriyor. “Bugün Türkiye’nin bir dış politika vizyonu sorunu vardır.” saptaması ve eleştirisinin bir boyutu ve amacı, Türkiye için iyi ve yararlı olanı bulmak değil, Türk dış politikasını belli bir yönde “disipline etmek” amacını güdüyor. Bu disipline etme eylemi, ya Bush yönetiminin Irak ve Ortadoğu politikasını destekleyen ve böylece Türk dış politikası vizyonunun Bush yönetiminin ve onun yeni muhafazakar ideolojisiyle uyumlu olması gerektiği düşüncesini savunan ABD ve Türkiye içi medya ve yazılı basın yoluyla yapılan eleştirilerle gerçekleştiriliyor, ya da tam tersi, Türk dış politikasının temel ekseninin, AB entegrasyon süreci ve ABD ile ilişkilerin dışında Avrasya olması gerektiğini düşünen milliyetçi söylem tarafından seslendiriliyor. Bu eleştirilerin, birbirleriyle zıt kutuplardan gelseler de, ortak bir noktaları var: Amaç dış politika alanını disipline ederek belli bir rotaya sokmak, boyut ise, dış politikayı tek eksene, ABD ya da Avrasya, indirgeyen ve, ya yeni muhafazakarlık ya da milliyetçilik temelinde hareket eden bir ideolojik yapılanma.
Buna karşın, Sanberk gibi, değişen dünya içinde çok ciddi bir dönüşüm sürecinden geçen Türkiye’nin net, kendisi için “iyi ve yararlı” ve gerçekçi bir dış politika vizyonuna gereksinimi vardır saptamasını yapan ve bu bağlamda bugünkü AKP hükümetinin dış politika alanında yaşadığı durgunluk ve belirsizliğe yapıcı bir eleştiri getiren bir yaklaşım da var. Bu yaklaşım, dış politikayı disipline etmek değil, ona vizyon kazandırmak amacında ve dünyanın değişen yapısı içinde önemli bir kilit ülke konumunda olan Türkiye için “çok boyutlu, gerçekçi ve uzun dönemli dış politika vizyonu ne olmalı” sorusuna ideolojik ön belirlemeler değil, toplumsal iyi ve yarar temelinde yanıt arama boyutuna sahip. Bugün, dış politika tartışmasını bu amaç ve boyut içinde yapmamız, dolayısıyla yeni muhafazakarlık-milliyetçilik ideolojik kutuplaşmasının dışında bir alanda eleştirilerimizi ve önerilerimizi konumlandırmamız gerektiğini önermek istiyorum. Sanberk’in yazılarında var olan somut çözümleme ile hemfikir olduğum için, bu yazıda yukarıda bahsettiğim kutuplaşmanın dışında bir alanda ve “vizyon” düzeyinde Türk dış politikasına yaklaşacağım.
Böyle bir dış politika vizyonu, beş önemli parametre temelinde hareket etmeli;
.
(a) Değişen dünyayı iyi okuyan bir dış politika: Bugünün uluslararası ilişkileri, sadece Soğuk Savaş sonrası dönemi değil, 11 Eylül sonrası dünyayı içeriyor. Bu gerçeği kabul eden bir dış politika vizyonu, kendisini bu dünyanın iki önemli tartışma ekseninde konumlandırmalı; güvenlik-demokrasi ilişkisi ve tek taraflı dış politika-çok taraflı dış politika ilişkisi. Bu ilişkilerin Türkiye’ye yansımasıysa, dış politikayı düşünürken, artık sadece güvenlik ekseninde hareket edemeyeceğimiz, aynı zamanda demokratikleşme sorunu olmayan ve dış dünyadaki bölgesel ve uluslararası gelişmelere açık ve katkı veren bir Türkiye’nin daha güçlü ve güvenli bir ülke olacağının ortaya çıkması.
.
(b) Çok boyutlu ve aktif dış politika: Güvenlik ve demokrasinin ve tek taraflılıkla çok taraflılık ilişkilerinin beraber ve eşzamanlı yaşandığı 11 Eylül sonrası bir dünyada, Türk dış politikası “çok taraflı, yapıcı ve aktif” olmalıdır. Bu yaklaşım, Ahmet Davutoğlu’nun “komşularla sıfır sorun ve çok taraflılık” anlayışına uygundur ve bugün ortaya çıkmıştır ki, Türkiye, dış politikasında, Kıbrıs sorununda olduğu gibi ne kadar olumlu ve yapıcı ise o kadar da güçlü olmaktadır. Aynı süreci Türkiye; Suriye, İran, Lübnan, İsrail, Filistin ve Ermenistan ile de gerçekleştirebilir;
(b) Çok boyutlu ve aktif dış politika: Güvenlik ve demokrasinin ve tek taraflılıkla çok taraflılık ilişkilerinin beraber ve eşzamanlı yaşandığı 11 Eylül sonrası bir dünyada, Türk dış politikası “çok taraflı, yapıcı ve aktif” olmalıdır. Bu yaklaşım, Ahmet Davutoğlu’nun “komşularla sıfır sorun ve çok taraflılık” anlayışına uygundur ve bugün ortaya çıkmıştır ki, Türkiye, dış politikasında, Kıbrıs sorununda olduğu gibi ne kadar olumlu ve yapıcı ise o kadar da güçlü olmaktadır. Aynı süreci Türkiye; Suriye, İran, Lübnan, İsrail, Filistin ve Ermenistan ile de gerçekleştirebilir;
.
(c) İnsani durum ile ulusal çıkarı beraber düşünen dış politika: Güvenlik ile demokrasiyi ilişkili gören ve çok taraflı, yapıcı ve aktif dış politika, hem Irak sorununa, hem de Ortadoğu ve Kafkaslar’da oluşan gelişmelere yaklaşırken, ne sadece devlet çıkarı temelinde, ne de etnik ya da dinsel kimlik temelinde hareket eden bir dış politika izler. Aksine, Türk dış politikası vizyonu, etik düzey ile stratejik düzeyi beraber gören, topluma kimlik değil insani temelde yaklaşan ve komşularıyla “iyi komşu ilişkisine giren” bir anlayışı içerir. Bu anlamda, Irak’taki seçimleri desteklemek, eski Sovyet cumhuriyetlerinde oluşan demokratikleşme hareketlerini desteklemek, Lübnan, Suriye ve İran ile ilişkileri geliştirmek, sadece güvenlik stratejisini değil, aynı zamanda insani durumu ön plana çıkaran bir dış politika vizyonunu yaşama geçirir. Bu dış politika vizyonu, 11 Eylül sonrası dünyada çok önemli olan “meşruiyet ilkesi”ni de içerdiği için diğer ülkeler ve toplumlar tarafından da kabul edilecek bir niteliğe sahiptir;
.
(d) Kilit ülke olarak aktif ve yapıcı dış politika: 11 Eylül sonrası dünyada bugüne kadar yapılan tartışmalar ortaya çıkarmıştır ki, hem terörizme karşı küresel savaşta, hem de demokratik bir dünya yönetiminin ortaya çıkmasında, süper ve büyük güçler kadar, demokratikleşme ve modernleşme düzeyleri yüksek, kendi bölgelerindeki barış ve istikrara katkı sağlayacak orta büyüklükteki ülkelerin de önemi artmıştır. Bu ülkeler “kilit ülke” kimliğinde ve konumundadırlar ve bu konumları sadece güvenlik eksenindeki önemlerinden değil, aynı zaman da kendi içlerindeki demokratikleşme, sürdürülebilir ekonomik kalkınma ve modernleşme alanlarındaki istikrar ve model olma niteliklerinden kaynaklanmaktadır. Hindistan, İran, Brezilya vb. ülkeler gibi, Türkiye de bir kilit ülke konumundadır. Eğer Soğuk Savaş dönemi Türk dış politika kimliği süper güçler arası “tampon ülke” ise, bugünün dünyasında bu kimlik, “kilit ülke” kimliğidir. Bu kimlik, hem Türkiye-AB, Türkiye-ABD ve Türkiye-Avrasya ilişkilerinde ortaya çıkma ve kabul edilmektedir, hem de Türkiye’yi çok taraflı, yapıcı ve aktif dış politika vizyonuna itmektedir. Bu anlamda, kendi demokratikleşme, ekonomik kalkınma ve modernleşme sorunlarını çözen Türkiye, kendi içinde güvenli bir ülke olacağı gibi, bölgesindeki ve dünyadaki güvenlik ilişkilerine de katkı veren bir kilit ülke olacaktır. Bu nedenle de, kilit ülke kimliği ve konumu içinde Türkiye, güvenlik ile demokratikleşmeyi beraber düşünen ve çok taraflı bir dış politika vizyonunu yaşama geçirmelidir; ve
.
(e) Avrupa ekseninde çok taraflı dış politika: Türkiye 17 Aralık’ta AB ile tam üyelik müzakerelerine başlama kararı almış, bu müzakerelere 3 Ekim’de başlayacak potansiyel bir Avrupa ülkesidir. Bu nedenle, Türk dış politika vizyonunun temel ekseni AB eksenidir ve Türkiye bu temel eksen üzerinde kilit ülke kimliği ve konumu içinde ABD ile, Irak ile, Ortadoğu ile, Kafkaslar ile çok taraflı ve yapıcı ilişkilerini geliştirmelidir. İran, Suriye ve Lübnan ile ilişkiler, AB ekseninde, insani ve iyi komşuluk ilişkileri içinde, demokrasi ve istikrar amacı içinde yapılabilir. Bu yaklaşım, dış politika vizyonuna insani durum ile birlikte ciddi bir meşruiyet ve ilkeli olma niteliği kazandırır.
Bugün uzun dönemli ve ilkeli bir dış politika vizyonuna gereksinim var. Bu bağlamda yapacağımız eleştiriler disipline edici ve ideolojik ön belirlenmeli olmamalı, aksine yapıcı ve vizyon temelinde olmalı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder